Önceki yazımda kendi kendine yetmeye çalışmaktan; sevgiye, sevgiliye, paylaşıma, aşka, ele ele tutuşmaya ihtiyaç duymadan (ihtiyaç duyduğunu kabul etmenden) yaşayanlardan bahsetmiştim. Bu hafta boyunca bu konu hakkında uzun uzun düşündüm. Cam kavanozun içindeki kuzularımı, üstümde boylu boyunca uzanan aslanları inceledim... Arkadaşlarımı/dostlarımı izledim. Hayatlarını kendimce masaya yatırdım, evirdim çevirdim. Mutlu muyuz sorusunun cevabını aradım durdum.
Kim neye göre yaşıyor, bu hayattan ne istiyorlar, dertleri sadece para kazanmak mı, mutluluğu bu şekilde mi sağladıklarını düşünüyorlar? Herkesi tek tek eleğe koydum, hızlıca bir salladım. Bir baktım ki dağılıyorlar, sağlam bir kale yok hepsi hayatlarını kumdan inşaa etmiş. Teknik olarak evli olabilir ya da bir ilişki yaşıyor olabilirler ama gerçekte herkes yalnız! İbrahim Tatlıses şarkıları gibi...
Acaba kendimizi mi ifade edemiyoruz, hayattan beklentilerimizi mi bilmiyoruz ya da karşımızdakinin her hareketini sineye çekip görev diye adlandırdığımız aslında zorunlu omadığımız "şeyleri" mi yerine getirmeye çalışıyoruz? Hiç kimse evliliğinden, ilişkisinden memnun değil! Ne kadar trajik... Daha önce de söylemiştim; insanoğlu bencildir ama daha kötü bir durum bu bahsettiğim! Ya daha iyisini bulamazsam diye boşa kürek çekmekle; kalbini, beynini, duygularını, bedenini yormakla, bile bile kendine zarar vermekle alakalı... Yani yalnız kalma korkusunu bastırmak için her türlü kusura göz yummak, bir çift gibi gözüküp kendini uçurumun ucunda bırakmak, Azazel rolüne soyunmak! Yalnızlığın sana acı verse de her gün seni kamçılamasına izin vermek azaplar içinde sana en yakışanı giymeye çalışmak... Çok feci bir "şey" bu... İnsanın kendine yapacağı en büyük kötülük!
Bir de bu anlattığımdan daha kötü olan bir tür var; her çiçekten "bal" almaya çalışanlar."Bal arıları"! Vızır vızır etrafınızda dönerler, istediklerini elde etmek için aşk sözcükleri kullanırlar, kısacası aşkı alet ederler. Her yere konmak, her tenin tadına bakmak isterler. Bu dünyanın götüne parmak atacağım diye gezinirken her gün kendilerini parmaklarlar! İstanbul seni yeneceğim tadında öfke doludurlar hayata karşı... Bu "bal" arılarını incelediğinizde sizi şaşırtan detaylarla karşılaşırsınız. Bir kere kendilerini farklı lanse ederler. Kurbanlarına duygusal yaklaşırlar; aşk mesajları yollarlar, aradığım sensin derler, dürüstlükten, Allah korkusundan bahsederler. Hem karşısındakini kandırırlar, hem de kendilerini... Yalnızlıklarıyla boğuşurlar her gece, ama gerçekte bunu hak ettiklerini hiçbir zaman kabul etmezler. Sekse açtır "bal" arıları, herkesten "bal" almak isterler. İstediklerini aldıktan sonra buharlaşarak ortadan yok olurlar. Artık havaya karıştıkları için Sarıkız’ın doğaya saldıkları metan gazıyla mı birleşiyorlar bilemiyorum ama kendilerinden boktan bir "bal" yarattıkları kesin!
Ama hem yalnızlık korkusu yüzünden ilişkilerini/evliliklerini sürdürenler, hem de "bal" arıları için sadece ve sadece bir gerçek var; her ikisi de yalnızlığa mahkumdurlar.
Kendinizi, ilişkinizi çekinmeyin bir masaya yatırın. Duygularınızı inceleyin, sorduğunuz sorulara yalansız, dolansız, dürüstçe cevap verin. Sevgilinizi/eşinizi neden ve ne kadar sevdiğinizi düşünün. Zoraki bir ilişki mi yaşıyorsunuz, sadece seks için mi birliktesiniz, kendinize bir sorun. Eleği bir sallayın, bakalım yalnız mı kalacaksınız? Eğer ola ki "bal" arılarıyla karşılaşırsanız da şöyle bir gözlerinin içine bakın, ne kadar yalnız olduklarını göreceksiniz...
Haklısın, hiç kimse mutlu değil, herkes hayatından dibine kadar şikayetçi. Herkes "mükemmel" ve hepsinin eşi, işi, hayatı "kusurlu". Belki "ben bu adamdan daha iyisini hakediyorum aslında" diye düşünmek yerine "Ben bu adamı haketmek için ne yaptım?" diye sormalıyız kendimize. Denizde bir kum tanesi olduğumuzu bilerek... Doğumdan ölüme hayatımızın her anında aslında yalnız olduğumuzu unutmadan...
YanıtlaSil