İnsanoğlu bencildir. Elindekiyle yetinmez… Kazanılan her savaş o anda kaybedilmiştir aslında, değerini bilemeyiz. Şikayet etmekte üstümüze yoktur. Çok iyi bir işimiz, çok güzel giden bir evliliğimiz, kupalarla dolu bir dolabımız, takdirlerle yıkanmış kulaklarımız olabilir, ama bu mutlu olmak için yeterli midir?
Hayır, yetmez. Bize bu dünyada hiçbir şey yetmez, buna emin olabilirsiniz. O yüzden şikayet etme huyunuzdan da yakınmayı bırakın. Yapacak çok fazla bir şey yok… Nereden aklına geldi diyeceksiniz şimdi? Dün sabah yolda ilerliyorum; trafikten yakınıyorum, radyodaki şarkıları beğenmiyorum, toplantıya geç kaldığım için sinirliyim, önümdeki minibüsün arkasına yazdığı yazıdan nefret ediyorum… Dikiz aynasından bir kendime baktım, suratım mahkeme duvarı… Ben bu muyum yahu dedim kendime? Nedir yani kıçık kırık bir toplantıya geç kaldıysam; ne olmuş radyoda saçma şarkılar çalıyorsa, minibüs şoförü aşkını böyle ifade etmek istiyorsa… Hemen aldım üzerimdeki gerginliği camdan dışarı fırlattım. Monotonluk bunun adı, sıkıntıların sebebi belli.
Her gün aynı yere doğru gitmek için yola çıkmak, trafiğin olacağını bile bile mecburen bu yolu kullanmak, aynı insanların suratlarına gülümsemek, sonuç alamayacağından emin olsan da saçma toplantılara katlanmak… Bunu nasıl eğlenceli hale getirebiliriz, bunu düşünmeliyiz bence. Hayat bir oyunsa ve biz de oyuncularsak arada kendi repliklerimizi de serpiştirmeliyiz ki bu oyunun tadı çıksın.
Otoparka girdim, arabamı bana tahsis edilen yere değil de Genel Müdürümüzün yerine park ettim. Maksat eğlence olsun! Ya beni arayacaklar, aşağıya ineceğim, arabamı çekeceğim ya da Genel Müdürümüz asansöre kadar 42 adım fazla yürüyecek… Yazık ona!
Asansörde ceketimi çıkardım, gömleğimin iki düğmesini açtım. Topladığım saçlarımı da savurdum. Odama geldim, çantamı bir tarafa, ceketimi bir tarafa fırlattım. Odaya ayrı bir ambiyans kattı. Makyaj çantamı aldım, direkt bayanlara tahsis edilen herkesin sıçtığı ve işediği; normalde hela ama artık Bayanlar Tuvaleti denilen yere koşar adımlarla girdim. Kırmızı rujumu çıkardım, bir güzel sürdüm. Heladan çıktım, bir baktım bizim Dahi elinde dosyalarla bana doğru geliyor. En edalı havamı takındım ve N'aber dedim. Çocuk dosyaları düşürecekti. Gülerek uzaklaştım, bir ara arkamı döndüm ki Dahi'nin poposuna bakayım diye bir baktım o benim popoma bakıyor! Aha dedim yakalım seni hınzır…
Gittim kahvemi kendim aldım. Normalde zehir gibi içtiğim kahveme üç şeker attım. Tadım yerine geldi. Odama kuruldum, kahvemden iki yudum almıştım ki Genel Müdürümüzün sekreteri aradı; Topuklu Ayakkabı arabanız Dangoz Bey’in park yerindeymiş, bir zahmet inip çekebilir misiniz?
Şöyle bir düşündüm, dudaklarımı büktüm. Kız da telefonda bekliyor. Dedim ki; şimdi çok önemli bir toplantıya girmem gerekiyor. Kız da dedi ki; biliyorum, o toplantı 20 dakika önce başladı. Dangoz Bey de geç kaldı! Ben de; biliyorum o yüzden çekemem dedim ve telefonu kapattım. Ne eğlenceli bir gün bu böyle!
Elimde kahvemle toplantıya girdim. Herkese sanki hiç geç kalmamışım gibi gülümseyerek bir merhaba dedim. Dangoz Bey; Bu ne enerji böyle dedi. Aslında demek istediği "O nasıl memeler öyle" idi. İki düğme açık olunca herkesin aklı gidiyor. Altı üstü iki düğme, takılma bu kadar dedim içimden…
Birkaç küçük değişiklikle günüme renk geldi. Siz de bunu yapabilirsiniz. Gidin saçlarınızı dağıtın, dudaklarınıza en sevdiğiniz ruju sürün, ceketinizi bir kenara atın. İki düğme arasında sıkışan ruhunuzu serbest bırakın!
Kendi kimliğinize kavuşun. Bırakın size deli desinler! Hayat monotonluklarla dolu bir yolculuktur ve siz yükünüzü ne kadar hafifletirseniz, o kadar hızlı yol alırsınız. Bunu sakın unutmayın. Hayatınızı sizden başka kimse değiştiremez. Hep beklediğiniz o sihirli değnek gerçekte sizden başkası değildir. Birkaç küçük dokunuşla gününüzü şenlendirebilir, hayallerinizi gerçekleştirerek hayatınızı değiştirebilirsiniz. Bunu sakın unutmayın!
24 Eylül 2009 Perşembe
İdeal erkek, zengin erkek midir?
Her sabah ışığı içine hapseden cam kavanozun kapısından içeri girerken yaşadığım duygu karmaşası, ömrümden bir gün daha çalmanın bedeliyle yüzleşmemi sağlıyor. Bir insanın ömrü böyle mi geçmeli? Her şeyi bırakıp gitsem, ne yaparım? Çalışmadan geçen bir hayat nasıl olur? Buna alışabilir miyim?
Elimde bilgisayar çantasıyla asansöre doğru yürüyorum. Sıra var. Bizi yukarı fırlatan bir mekanizmaya binmek için hepimiz dizilmiş sıra bekliyoruz. Kimileri buna teknoloji diyor, bense cam kavanozların daha da uzun yapılmasını sağlayan lanet olası bir icat diyorum. Asansör geliyor, sırayla bizi yukarı fırlatmasını bekliyoruz. Olaya biraz eğlence katmak istiyorum, içimden; "Şöyle düşün, bir lunaparktasın. Kamikazi'ye binmişsin." Üzerimdeki döpiyes, bu hayali imkansızlaştırıyor. Etrafıma bakıyorum, maaşlarının yarısını takım elbiselerine yatıran ve 12 taksitle ödemeye çalışan kuzuları görüyorum. Çok saçma bir hayal vazgeç, diyorum. Herkes birbirine asansörden inerken "iyi günler" diliyor. Bu iki kelimenin değerini bilen var mıdır acaba içinizde, diye hayıflanıyorum.
Usulca koridordan geçip odama yerleşiyorum. Bilgisayarımı çantasından çıkartıp açıyorum. Her iş kadının yaptığını yapmaya çalışarak maillerimi kontrol ediyorum. Ofiste delinin biri var, hafta sonunda çalıştığını göstermek adına cc'ye herkesi ekliyor. Ondan gelen mailleri dikkate almıyorum ve hiçbir zaman sonuç alınmayan toplantılardan birine girmek için hazırlanıyorum. Ve saat geldi çattı bile! Seri adımlarla toplantı odasına ilerliyoruz. Finans Müdürümüz birçok erkekle yattıktan ve hüsrana uğradıktan sonra kendine bir sevgili bulmuş, ballandıra ballandıra ve yüksek sesle arkadaşına sevgilisi hakkında detaylar veriyor. İster istemez hepimiz duyuyoruz. Ben aldırmamış gibi davranıyorum ama bir taraftan da kulak misafiri oluyorum. Finans Müdürümüz diyor ki;
- Ailesi İsviçre'ye kayağa gidermiş.
Demek istiyor ki; turnayı gözünden vurdum. Zengin ve sosyal bir aile. Finans Müdürü olunca tabii böyle detaylar önemli oluyor.
- Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler mezunu.
Anlatmak istediği; bunlarda para çok ama aynı zamanda vizyon sahibi insanlar. Bu çocukta gelecek görüyorum.
- Pazar günü çok güzel bir balıkçıya gittik. Hani bilmem ne holdingin sahibinin oğlu var ya, eşiyle birlikte o da oradaydı. Hep birlikte yemek yedik.
Hah demek istediği şimdi anlaşılıyor; aynı zamanda sosyetik bir aile. Baştan beri söylemek istediği buymuş. Ama lafı dolandırıp duruyor.
- Onun yanında o kadar mutluyum ki sana anlatamam. Ayrı kalmaya dayanamıyorum.
Bingo! Ben bu adamla evlenirim, çocuk da yaparım. Sosyeteye de karışırım. Değmeyin keyfime… Finans Müdürümüzü de everdiğimize göre rahat rahat toplantımızı yapabiliriz. Ama benim kafama birkaç soru takılıyor. Kadınlar erkekleri nasıl değerlendiriyor? Kaça ayırıyor, Kaçla çarpıyor, neden kategorilere ayırıyor?
Toplantı başlıyor. Hafta sonu gereksiz mailler atarak herkese ne kadar çok çalıştığını kanıtlamaya çalışan arkadaşımız söze giriyor. Hararetle bir şeyler anlatıyor.
Bense kadınların erkekleri nasıl konumlandırdıklarını düşünüyorum. Şimdi en yakın zamanda yaşadığım ve size anlattığım Eager Beaver'ı ele alalım. Yakışıklıydı, güzel öpüşüyordu, sahipleniyordu ama aynı dünyadan değildik. Hayata farklı açılardan bakıyorduk, olmadı. Finans Müdürümüzü ele alalım. Bir kere olsun sevgilisini anlatırken yakışıklı demedi, aynı şeyleri sevdiklerinden bahsetmedi, sadece adamın statüsüne takılmış; zengin olsun, ailesi sosyetik olsun, bilmem ne okulundan mezun olsun ona yeter! Demek kriterleri bu…
Kendime sırayla soruyorum;
- Senin için bir erkeğin parası pulu önemli mi?
Hızlıca cevaplıyorum;
- Hayır.
- Statüsü önemli mi?
- Sanmıyorum.
- Cevap çok içten değildi tekrar soruyorum, düzgün cevap ver; statüsü önemli mi?
- Evet!
Aman Tanrım kendimden hiç beklemezdim. Kendi kendimi telkin etmeye başlıyorum. Sakin ol, olur böyle şeyler… Neden statü senin için önemli bir deş bakalım altını ne çıkacak, hemen panik yapma. Tek tek soruyorum kendime.
- Bir cam kavanozda çalışması gerekiyor mu?
- Hayır.
- Para kazanması gerekir mi?
- Evet.
- Çok mu, az mı?
- Neye göre?
Kendime çakallık yapıyorum, yok böyle bir şey!
- Senden fazla mı kazanmalı yoksa az mı?
- Hiç fark etmez.
İçim rahatlıyor. Bir an için paraya değer verdiğimi düşünmeye başlayacaktım. Neyse ki kendimden eminim şu an.
- Ailesinin İsviçre’de kayak yapması şart mı?
- Asla!
- Hangi üniversiteden mezun olduğu önemli mi?
- Yok, daha neler.
- Peki, aradığın erkeği tek kelimeyle ifade etmek istesen ne derdin?
- Güçlü!
Evet, doğru cevap. Rahat bir nefes alıyorum. Güçlü erkek ideal erkektir. Etrafa hakim, ne yaptığını bilen, yenilse de pes etmeyen, çabuk toparlanan, eşini sarıp sarmalayan, gerekirse ekmeğini taştan çıkartan, keskin bir zekaya sahip, çözüme odaklı hadi olaya neşe katayım prezantabl… Ama asıl kilit cümle şu; yenilgisini dahi benimle paylaşacak kadar güçlü bir erkek istiyorum!
Yeni nesil kadınlar bu güç meselesine yeni bir boyut kattılar. Devir değişti, artık kimin parası varsa onun borusu ötüyor. Doğal olarak kadınlar da maddi durumu iyi bir adamla evlenmek istiyor. Evi, arabası, hadi bir de yazlığı olsun kaymaklı olsun! Rahat yaşamak istiyor yeni nesil. Nerede o annelerimiz ve babalarımızın alın teriyle kazanıp aldıkları iki bakla bir sofa evler… Burun kıvırıyor şimdiki hatunlar, yetmiyor onlara. İstiyorlar ki bilmem ne sitesinde otursunlar, adamın statüsü olsun, hafta sonları şu restoranda yemek yesinler, sosyeteden birkaç tanıdıkları olsun, popoları biraz havada dursun.
İşte, birkaç yıl sonra da boşanıyorlar. Çünkü boş hayaller kurup hayatlarının içini zırvalıklarla doldurmaya çalışıyorlar. Onlar için güç, eşittir para… Eskiden saygı önce gelirdi, ben anneannemden hatırlıyorum; dedeme bey derdi. Dedem de anneanneme hanım… Bir kere kavga ettiklerine şahit olmadım. Severlerdi de birbirlerini, öyle görücü usulüyle falan evlenmemişlerdi. Aşk vardı aralarında, hep gözbebekleri buluşurdu bir yerde, sevgiyle bakarlardı. Nerede şimdi o sahneler, ancak filmlerde oluyor. Millet paranın derdinde!
Dedem güçlü bir adamdı. Bir kere konuşurdu, netti. Yanlışa yanlış, doğruya doğru derdi. Lafını esirgemezdi. Çok varlıklı değildi, ama ailesine bakacak kadar kazanıyordu. Evde bir erkek olduğunu hissettirirdi. Ama kimse ondan korkmazdı, çünkü gücünü korkutmak ya da karşısındakini üzmek, azarlamak için kullanmazdı. İşte ideal erkek böyle olmalı… Kendime geldim. Aradığım cevabı bulmanın rahatlığıyla toplantıya odaklanmaya çalışıyorum.
Hafta sonu çalıştığını göstermeye çalışan arkadaşımız bana dönerek;
- Hatta size de mail attım Topuklu Ayakkabı. Aldınız mı?
- Hayır, bakmadım.
Bozularak;
- Öyle mi?
- Evet, hafta sonları dinlenmek için değil midir, ben mi yanlış biliyorum?
Dedeme mi benzedim bir an için, ne dersiniz?
Elimde bilgisayar çantasıyla asansöre doğru yürüyorum. Sıra var. Bizi yukarı fırlatan bir mekanizmaya binmek için hepimiz dizilmiş sıra bekliyoruz. Kimileri buna teknoloji diyor, bense cam kavanozların daha da uzun yapılmasını sağlayan lanet olası bir icat diyorum. Asansör geliyor, sırayla bizi yukarı fırlatmasını bekliyoruz. Olaya biraz eğlence katmak istiyorum, içimden; "Şöyle düşün, bir lunaparktasın. Kamikazi'ye binmişsin." Üzerimdeki döpiyes, bu hayali imkansızlaştırıyor. Etrafıma bakıyorum, maaşlarının yarısını takım elbiselerine yatıran ve 12 taksitle ödemeye çalışan kuzuları görüyorum. Çok saçma bir hayal vazgeç, diyorum. Herkes birbirine asansörden inerken "iyi günler" diliyor. Bu iki kelimenin değerini bilen var mıdır acaba içinizde, diye hayıflanıyorum.
Usulca koridordan geçip odama yerleşiyorum. Bilgisayarımı çantasından çıkartıp açıyorum. Her iş kadının yaptığını yapmaya çalışarak maillerimi kontrol ediyorum. Ofiste delinin biri var, hafta sonunda çalıştığını göstermek adına cc'ye herkesi ekliyor. Ondan gelen mailleri dikkate almıyorum ve hiçbir zaman sonuç alınmayan toplantılardan birine girmek için hazırlanıyorum. Ve saat geldi çattı bile! Seri adımlarla toplantı odasına ilerliyoruz. Finans Müdürümüz birçok erkekle yattıktan ve hüsrana uğradıktan sonra kendine bir sevgili bulmuş, ballandıra ballandıra ve yüksek sesle arkadaşına sevgilisi hakkında detaylar veriyor. İster istemez hepimiz duyuyoruz. Ben aldırmamış gibi davranıyorum ama bir taraftan da kulak misafiri oluyorum. Finans Müdürümüz diyor ki;
- Ailesi İsviçre'ye kayağa gidermiş.
Demek istiyor ki; turnayı gözünden vurdum. Zengin ve sosyal bir aile. Finans Müdürü olunca tabii böyle detaylar önemli oluyor.
- Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler mezunu.
Anlatmak istediği; bunlarda para çok ama aynı zamanda vizyon sahibi insanlar. Bu çocukta gelecek görüyorum.
- Pazar günü çok güzel bir balıkçıya gittik. Hani bilmem ne holdingin sahibinin oğlu var ya, eşiyle birlikte o da oradaydı. Hep birlikte yemek yedik.
Hah demek istediği şimdi anlaşılıyor; aynı zamanda sosyetik bir aile. Baştan beri söylemek istediği buymuş. Ama lafı dolandırıp duruyor.
- Onun yanında o kadar mutluyum ki sana anlatamam. Ayrı kalmaya dayanamıyorum.
Bingo! Ben bu adamla evlenirim, çocuk da yaparım. Sosyeteye de karışırım. Değmeyin keyfime… Finans Müdürümüzü de everdiğimize göre rahat rahat toplantımızı yapabiliriz. Ama benim kafama birkaç soru takılıyor. Kadınlar erkekleri nasıl değerlendiriyor? Kaça ayırıyor, Kaçla çarpıyor, neden kategorilere ayırıyor?
Toplantı başlıyor. Hafta sonu gereksiz mailler atarak herkese ne kadar çok çalıştığını kanıtlamaya çalışan arkadaşımız söze giriyor. Hararetle bir şeyler anlatıyor.
Bense kadınların erkekleri nasıl konumlandırdıklarını düşünüyorum. Şimdi en yakın zamanda yaşadığım ve size anlattığım Eager Beaver'ı ele alalım. Yakışıklıydı, güzel öpüşüyordu, sahipleniyordu ama aynı dünyadan değildik. Hayata farklı açılardan bakıyorduk, olmadı. Finans Müdürümüzü ele alalım. Bir kere olsun sevgilisini anlatırken yakışıklı demedi, aynı şeyleri sevdiklerinden bahsetmedi, sadece adamın statüsüne takılmış; zengin olsun, ailesi sosyetik olsun, bilmem ne okulundan mezun olsun ona yeter! Demek kriterleri bu…
Kendime sırayla soruyorum;
- Senin için bir erkeğin parası pulu önemli mi?
Hızlıca cevaplıyorum;
- Hayır.
- Statüsü önemli mi?
- Sanmıyorum.
- Cevap çok içten değildi tekrar soruyorum, düzgün cevap ver; statüsü önemli mi?
- Evet!
Aman Tanrım kendimden hiç beklemezdim. Kendi kendimi telkin etmeye başlıyorum. Sakin ol, olur böyle şeyler… Neden statü senin için önemli bir deş bakalım altını ne çıkacak, hemen panik yapma. Tek tek soruyorum kendime.
- Bir cam kavanozda çalışması gerekiyor mu?
- Hayır.
- Para kazanması gerekir mi?
- Evet.
- Çok mu, az mı?
- Neye göre?
Kendime çakallık yapıyorum, yok böyle bir şey!
- Senden fazla mı kazanmalı yoksa az mı?
- Hiç fark etmez.
İçim rahatlıyor. Bir an için paraya değer verdiğimi düşünmeye başlayacaktım. Neyse ki kendimden eminim şu an.
- Ailesinin İsviçre’de kayak yapması şart mı?
- Asla!
- Hangi üniversiteden mezun olduğu önemli mi?
- Yok, daha neler.
- Peki, aradığın erkeği tek kelimeyle ifade etmek istesen ne derdin?
- Güçlü!
Evet, doğru cevap. Rahat bir nefes alıyorum. Güçlü erkek ideal erkektir. Etrafa hakim, ne yaptığını bilen, yenilse de pes etmeyen, çabuk toparlanan, eşini sarıp sarmalayan, gerekirse ekmeğini taştan çıkartan, keskin bir zekaya sahip, çözüme odaklı hadi olaya neşe katayım prezantabl… Ama asıl kilit cümle şu; yenilgisini dahi benimle paylaşacak kadar güçlü bir erkek istiyorum!
Yeni nesil kadınlar bu güç meselesine yeni bir boyut kattılar. Devir değişti, artık kimin parası varsa onun borusu ötüyor. Doğal olarak kadınlar da maddi durumu iyi bir adamla evlenmek istiyor. Evi, arabası, hadi bir de yazlığı olsun kaymaklı olsun! Rahat yaşamak istiyor yeni nesil. Nerede o annelerimiz ve babalarımızın alın teriyle kazanıp aldıkları iki bakla bir sofa evler… Burun kıvırıyor şimdiki hatunlar, yetmiyor onlara. İstiyorlar ki bilmem ne sitesinde otursunlar, adamın statüsü olsun, hafta sonları şu restoranda yemek yesinler, sosyeteden birkaç tanıdıkları olsun, popoları biraz havada dursun.
İşte, birkaç yıl sonra da boşanıyorlar. Çünkü boş hayaller kurup hayatlarının içini zırvalıklarla doldurmaya çalışıyorlar. Onlar için güç, eşittir para… Eskiden saygı önce gelirdi, ben anneannemden hatırlıyorum; dedeme bey derdi. Dedem de anneanneme hanım… Bir kere kavga ettiklerine şahit olmadım. Severlerdi de birbirlerini, öyle görücü usulüyle falan evlenmemişlerdi. Aşk vardı aralarında, hep gözbebekleri buluşurdu bir yerde, sevgiyle bakarlardı. Nerede şimdi o sahneler, ancak filmlerde oluyor. Millet paranın derdinde!
Dedem güçlü bir adamdı. Bir kere konuşurdu, netti. Yanlışa yanlış, doğruya doğru derdi. Lafını esirgemezdi. Çok varlıklı değildi, ama ailesine bakacak kadar kazanıyordu. Evde bir erkek olduğunu hissettirirdi. Ama kimse ondan korkmazdı, çünkü gücünü korkutmak ya da karşısındakini üzmek, azarlamak için kullanmazdı. İşte ideal erkek böyle olmalı… Kendime geldim. Aradığım cevabı bulmanın rahatlığıyla toplantıya odaklanmaya çalışıyorum.
Hafta sonu çalıştığını göstermeye çalışan arkadaşımız bana dönerek;
- Hatta size de mail attım Topuklu Ayakkabı. Aldınız mı?
- Hayır, bakmadım.
Bozularak;
- Öyle mi?
- Evet, hafta sonları dinlenmek için değil midir, ben mi yanlış biliyorum?
Dedeme mi benzedim bir an için, ne dersiniz?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)