15 Ekim 2009 Perşembe

Aşk, bir önyargı mıdır?

Aşk, bir önyargıdır demiş Bukowski… Önyargı, yargıya dönüştüğünde ise son bulan bir duygu seli... (Sonuna bari yorumumu katayım) Vardığınız yargı; eğer o insanla hayatınız boyunca birlikte olacağınıza inanıyorsanız sevgiye, eğer hayatınızın en kötü duygusal travmalarını yaşadıysanız nefrete dönüşür. Öyle bir köşede kalırsınız, çatlak vazo gibi…

Bayramı İstanbul'da geçiren biri olarak sonbahar günlerinin keyfini çıkartmak için Boğaz'da arkadaşımla kahvaltı edelim dedik. Arkadaşım kariyer delisi olduğu için uzun uzun işten, gelecek kaygısından, neler yapılması gerektiğinden konuştuk. Kahvelerimizi yudumlarken konu döndü dolaştı aşka geldi. Dün gece hep birlikte eğlenirken birkaç gözlemimiz olmuştu. İlk defa tanışıp birbirlerine aşkım diyen bir çift görmüştük. İlginç gelmişti bize, oturduk bu sevgi açlığını, yaz aşklarını tartıştık. Sonunda arkadaşım şöyle bir cümle kurdu; kendine yetebilen bir insan neden sevgiliye ihtiyaç duyar ki? Konu onun açısından daha genel bir yargıya dönüştü.












Zaten bu yaz aşkı hikayesi de ayrı bir vakadır. Hormonların coşmuştur, hava sıcaktır, kumun yakıcılığı, denizin tuzu tenine değmiştir, farklılaşırsın bir anda… Bronzluk gözlerini de karartır, aşık olursun. Havalar soğuyunca da kabuğuna çekilir ne güzel bir tatildi diye düşünürsün. Araya mesafeler, iş/okul koşuşturması girer. Telefon görüşmeleri azalır, için burkulur, "gerçek benliğine" kavuşursun. Yaz aşkın arada kaynar gider. Neyse gelelim benim arkadaşımın cümlesine… İnsan kendine yeterse neden sevgiliye ihtiyaç duyar. İnsanoğlu kendine yeter mi gerçekten? Durdum, kahvemden bir yudum aldım. Nereden çıkardın, dedim.

Hepimizin işi gücü var, sevgiyi, sevgiliyi düşünecek halimiz yok. Hem ne o öyle el ele tutuşmalar, hemen aşkımlar falan saçma geliyor bana, dedi. Buraya kadar haklı, ben de anlamıyorum. Tanışıyorsun, iki dakika sonra aşkım diyorsun karşındakine! Ya sevgiye çok açsın ya da ayak yapıyorsun. Bunun üçüncü bir seçeneği yok benim için… Ama birini sevmekten bu kadar uzaklaşmak, paylaşımı yaşamaktan kendini soyutlamak da anlamsız değil mi?

Ben konuya farklı bir açıdan da bakmak istiyorum. Eğer kendi kendimize yetmemiz istenseydi, çift cinsiyetli olmamız gerekirdi! İnsan duygusal olarak kendi kendisini rahatlıkla becerebilir ama konu seksse bu imkansız değil mi? Neden yanımızda birini isteriz sabah uyandığımızda, neden bir el ararız omzumuzda… Yetersiz olduğumuz için mi, alakası yok! İnsanız biz ya, bunu kabul etmemiz gerekiyor, kimse boşuna felsefe yapmasın. Yiyeceğiz, içeceğiz, sıçacağız, seveceğiz, sevişeceğiz, ağlayacağız, üzüleceğiz ve en önemlisi insan olduğumuzu unutmayacağız. Sevmek, sevişmek, ağlamak bence dünyanın en ulvi duyguları, dibine kadar yaşayacağız tabii… Kendini bu kadar robotlaştırmak, sıkmak niye? Amip gibi bölünerek çoğalmıyoruz biz insanlar, tek hücreli değiliz! Hepimizin iyi/kötü birer işi/mesleği var. Zaten iş yerinde yeterince sıkıyoruz kendimizi, bir de özel hayatımızda sınırlamak ne kadar saçma!

Geçen gün Dahi'yi gördüm, elinde dosyalar koşturuyordu. Dahilisini aradım, odama çağırdım. Biraz sonra girdi odaya… O güzelim çocuk gitmiş; rengi değişmiş, suratı asık, gözlerindeki ışıltı sönmüş öylece karşımda duruyor. Oturmasını rica ettim. Önce bir tedirgin oldu, durup dururken neden odama çağırdım diye… Oda eğer cam bölmeyle ayrılmış olmasaydı kuzularımdan ben yapacağımı bilirdim de, neyse!
Nasılsın, memnun musun, dedim. Hemen sıralamaya başladı; işte öyle oldu, böyle oldu, şunu yaptık, bunu yaptık, telaşla anlatıyor. Bir an onu işe almakla kötü mü yaptım dedim içimden. Bu saçma düzene neden onu dahil ettim ki? Belki de mutlu mesut ufak bir iş yerinde çalışıp parasını kazanacaktı! Bu kariyer savaşına hiç girmeyecekti. Peki, dedim. Kendine zaman ayırabiliyor musun, diye sordum. Panikle cevap verdi; İspanyolca kursuna yazılmış da, artık İspanya ile olan irtibatımızda o da dahil olabilirmiş falan da filan. Bir dakika, dedim; ben onu sormuyorum. Sinemaya gidiyor musun, arkadaşlarınla buluşuyor musun demek istemiştim. Durdu; tabii, dedi! Ama o duraksama gerçekleri su yüzüne çıkardı. Yapamıyordu, kendine zaman ayıramıyordu Dahi…

O da kendine yetmeye çabalıyordu, tıpkı arkadaşım gibi… Güçlü olmak, ayakta kalmak, dik durmak bunların hepsini yine yaşayabiliriz. Ama sevebilir, sevişebiliriz de! İnsan sadece sevişirken kendisi gibi olabilir. Düşünsenize bu güzelliği kaçırmak ne kadar saçma! İçimden Dahi ile sevişsem, kendini bulur mu acaba, dedim. Bir an çok bencilce geldi, ama yok o da bunu yaşamak ister. Hissediyorum, durun bakalım tekrar odama çağıracağım neler olacak?

1 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil