5 Mayıs 2009 Salı

Profesyoneller Ligi

Geçen gün 6,5 saat süren bir toplantıya katıldım. Malum kriz var, şirket politikaları tekrar gözden geçiriliyor, bilançolar açıklanıyor, pazar payı raporları masaya yatırılıyor, yurt dışı yatırımcımızın bizden talep ettikleri tartışılıyor falan da falan… Toplantı salonunda 46 kişiyiz. 14 kadın-32 erkek… Her söylenene karşılık sorular soran ben; takriben 6,5 saat içinde 29 erkekle birlikte oldum.

Nasıl mı?

Bir erkeğin günde ortalama ‘120’ kere seksi düşündüğünü açıklayan araştırmalar var, yani bir erkek 12 dakikada bir seksi aklından geçiriyor. Demek biz kadınlar hiç bilmediğimiz bir dünyada kaç erkekle sevişmişizdir bir düşünün… Mesela odaya bir kadın girdi; erkek ilk başta o kadınla kafasında sevişir, kalçalarını yoklar, kadının göğüslerinin arasından dünyaya bakar sonra iletişime geçer. Bazen ikisini aynı anda yapanlar da vardır. Ama sakın korkmayın, yaş ilerledikçe erkekler bu konuda profesyonelleşir. Siz anlamdan o işini çoktan bitirmiştir. İşte ben de 6,5 saatte 29 ‘profesyonel’ erkekle birlikte oldum. Tabii aynı zamanda iş de konuştum. Yani bu profesyonel adamların arasında kala kala ben de profesyonel bir ‘kaşar’ oldum.

Çok yorucu bir toplantıydı… Özellikle Satın Alma Müdürü ile kaç tur seviştim inanın bilmiyorum, kendisi bana çok öfkeliydi. Sözcüklerle açıklamasa da gözlerinden anladım.

Geçen akşam ise hiçbir zaman anlam veremediğim iş yemeklerinden birine katılmak zorunda kaldım. Japonya’dan gelen misafirlerimizi İstanbul’un bilindik bir mekânında ağırladık. Bilirsiniz Japonların karşılamaları farklıdır. 90 derece öne eğilerek merhaba derler. Gerçi özür dilemek, vedalaşmak, minnet gibi duygularını da aynı hareketle ifade ederler (Düşünsenize biz de bütün bu eylemler için merhaba dediğimizi, ne kadar saçma!). Neyse tabii biz de pürtelâş eğildik merhaba dedik. Bir baktım Japonlardan biri eğilirken benim göğüslerimi kalite kontrolden geçiriyor (Eğilince döpiyesten gözüküyor, yapabileceğim hiçbir şey yok). Hâlbuki o sırada bizimle görüştüğü için şükranlarını iletmesi gerekmiyor muydu? Tamam dedim, eğlence başlıyor.

Herkes masadaki yerini aldı. Başladık konuşmaya, tabii ilk konumuz kriz… İçimden kriz kelimesini Türkçemize kim taşıdıysa kendilerine sevgilerimi ilettim. Başlangıçlar/ara sıcaklar bitti, ana yemeğe geçiliyor. Türk Mutfağı, Fransız Mutfağı, Japon Mutfağı konuşuluyor. Türk-Japon Vakfı’nın gecesi için saat kararlaştırılıyor (11. Açılış Yıldönümü yarın akşam Bilkent-Ankara’da kutlanıyor, uçak saatimiz de belirlendi). Ama bizim Japon’un gözleri hala benim göğüslerimde… Ben de başlıyorum bizim Japon’u hayal etmeye… Ve ilk girişte tökezliyorum. Cümle şudur: ‘Acaba penisi nasıldır?’. İç sesimin verdiği cevap: ‘Çekiktir’!

İşte bir fantezinin daha sonu hüsranla sonuçlanıyor. Bütün gece gülmekten kendimi alıkoyamıyorum. Söylenen her cümleye gülerek karşılık veriyorum, tıpkı bir Japon gibi… Gece bitiyor yine her zamanki gibi Ojigi ile vedalaşıyoruz, bizim Japon’un aklı benim göğüslerimde kalıyor, bense çekik penisimle valenin arabamı getirmesini bekliyorum.

Cam Kavanozun Arkasındaki Pencere...

Büyük iş kulelerinde çalışmak dışarıdan bakıldığında çok fiyakalı gözükse de aslında doğal ortamından koparılmış kuzularla dolu bir kavanozdur. Her sabah yüz binlerce kuzu, ellerinde ‘Starbucks’ kutusu ile aynı yöne giden bir metroya binerler ve yüzlerce kavanozun bulunduğu bir merkezde inerler. Yürüyen merdivenlerde sanki çok önemlilermişçesine cep telefonlarıyla konuşur, griye boyanmış üniformalarıyla gurur duyarlar. Bu cam kavanozun tepesinde yer alan mıknatıslar sayesinde kendi kavanozlarına doğru çekilen kuzular, işlerine böylelikle varmış olurlar. Binanın bilmem kaçıncı katında kendilerine bir nimet gibi sunulmuş masalarına yerleştikten sonra büyük bir şevkle bilgisayarlarının ‘power’ düğmelerine basarlar ve ne kadar önemli olduklarını bir kez daha hatırlarlar.

İşte bu kuzuların bir bölümü de benim kuzularım… Her gün düzenli olarak izliyorum onları, çünkü benim işim bu. Kaderleri benim elimde; o yıl ne kadar kazanacakları, istedikleri evi/arabayı almaları benim bir sözümle belirleniyor. Komik değil mi? Bu mevkide olmak çok zevkli gibi gözüküyor, farkındayım. Ama size işin gerçeğini söylemem lazım: Her şey palavra, buna ben de dâhilim. Hayatın gerçekleri ne yazık ki bu yukarıda yazanlar ve yaşananlar değil.

Geçen hafta bir stajyer benim katımda işe başladı. Herkes onun neden bu katta işe başladığına anlam veremedi. Bu çocuğun onlar gibi katları neden tek tek çıkmadığını ben size açıklayayım. Bekâr, hoş bir bayanım, çok ünlü bir firmanın söz sahiplerinden biriyim ve evet, etrafımda yakışıklı bir erkeğin olması hoşuma gidiyor. Bu kadar basit işte… Kuzularımın hiçbirisi benim bu düşünceyle hareket etmeyeceğimi ve bu çocuğun da bir dahi olduğunu düşünüyor çünkü ben bir profesyonelim!

Bilseler ki İnsan Kaynakları Müdürü bana onlarca görüşme kaydı yolladığında, CV’sindeki fotoğrafı görüp sadece bu ‘dâhinin’ kaydını izlediğimi… Pazartesi günü İK Müdürü’nü ofisime çağırıp ‘Bu çocukta bir ışık var, onu alalım’ dediğimde; ‘Haklısınız ben de bu çocukta bir ışık gördüm, hem CV’si de çok etkileyici’ dediğini… Oysa yüzlerce CV’den bir farkı yok, emin olabilirsiniz. Ama her erkekte olmayan bir özelliği var; poposu gerçekten çok güzel! Sanırım İK Müdürü de benim gibi düşünüyor, hayır demediğine göre…
Şimdi siz benim çirkin, sevimsiz bir kadın olduğumu düşünüyorsunuzdur. Çalışmaktan ve kariyer avcılığı yapmaktan evde kaldığımı… Üzülerek belirteyim, hiç de düşündüğünüz gibi değilim.

Haftanın 4 günü spor salonuna gidiyorum (şu aralar eve spor hocası çağırmak moda biliyorum, onu da yapabilirim ama spor salonu maceralarım ne olacak!), kazandığım tonla paranın bir bölümünü kozmetiğe ve kişisel bakıma yatırıyorum. Estetik ameliyata ihtiyaç duymayan hoş ve etkileyici bir fiziğim var. Bekârlığımın keyfini çıkartıyor, istediğim her şeyi yapıyorum. Kısacası günümü gün ediyorum. Tabii kimsenin bundan haberi yok, sizden başka…