8 Mayıs 2009 Cuma

Üç saniye kaç dakikadır?

Cam kavanozların (Yeni takip edenler için, cam kavanoz: plaza) içlerini bilirsiniz. Yani çok farklı bir dizaynı yoksa genelde hepsi aynıdır. Tabii benim çalıştığım yer tam standartlara uygun, bildiğin cam kavanoz işte… Kare açık bir alan, köşelere cam bölmelerin ardına yöneticileri yerleştirmişler. Aynı satranç tahtası gibi piyonlar ortada, bizler köşelerdeyiz. Bir de sokak gibi piyonların etrafını saran bir koridor var. Herkes oradan yürüyor, bant sistem. Fotokopi-faks benim tarafımda, tuvalet ise diğer bir yöneticimizin olduğu köşede. Bu yöneticimiz Family Guy’daki Stewie Griffin’e benziyor. Gelişmemiş bir tarafı var sanki adamın, bir garip işte. Her gördüğünüzde gülebileceğiniz bir tip kendisi… Sanırım onu da bilerek o köşeye koydular psikolojik baskı yapıyorlar, çünkü Stewie’nin prostatı varmış. Nerden mi biliyorum, tabii ki sosyal işlerden…

Geçen gün yemekteyken sosyal işlerde çalışanlarla karşılaştık. Ayıp olmasın diye yanlarına oturdum mecburen, yemekler söylendi. Ben saate bakıyorum ki hani sevmediğim bir muhabbet olursa acilen kaçacağım. Bütün gün aç kalmaya razıyım anlayacağınız…. Başlıyorlar dedikoduya kızlar;

- Biliyor musun, …. Hanım geçen gün hamilelik testi yaptırmış, bugün geldi faturası elime. Çok şaşırdım, yeni boşanmamış mıydı o?
- A cidden mi, acaba kiminle birlikte?
- Stewie Bey’in de prostatı varmış. Gördün mü geçen gün tahlillerinin dökümü geldi.

Donup kalıyorum, masadan ‘kibarca’ ayrılıyorum. İçimden nasıl da fişliyorlar bizi diyorum ve yemeğimi yemeden ofise dönüyorum. İster istemez düşünmeye başlıyorum; daha hayatlarının başlarında olan iki kız, sistemin düzenine kendilerini öyle bir kaptırmışlar ki, dedikodu mekanizmaları bile bizimle ilgili. Erkek arkadaşlarınızdan bahsedin, konserlerden, tiyatrolardan ya da yeni çıkan bir kitaptan… Hayır, BBG evi gibi kimin ne hastalığı var onu takip ediyorlar. Oysa onların işler sadece sağlık faturalarını onaylamak ve tüzüğe uygun bir şekilde işleme sokmak…

Cam kavanoza geri dönüyorum ve bir kahve söylüyorum. Tam o sırada bizim ‘Dahi’ ofisimin önünden geçiyor ve faks makinesinin başında beklemeye başlıyor. Kolunu makineye dayıyor, uzaklara bir bakış fırlatıyor. Beynimde şu şarkı playa basıyor; It’s a Man’s World… But it wouldn't be nothing, nothing without a woman or a girl. Ah diyorum içimden kimse senin kıymetini bilmiyor. ‘Dahi’ uzaklara bakarken faks makinesi arızaya geçiyor! Faks makinesine sinirleniyor, o asabiyet ona faklı bir cazibe katıyor.

Bizim ‘Dahi’ eğiliyor ve makineyi açıp tekrar kapatıyor. Eğilince poposu daha da ortaya çıkıyor (Her erkekte olmayan bir özelliği var vücudunun; normalde erkeklerde bel oyuğu olmaz düz iner, ama bizim Dahi’nin sanki bel oyuğu var. Bu oyuk onun kalçalarını ve poposunu daha da belirginleştiriyor, omuzlarını ortaya çıkartıyor). Ben kahvemden bir yudum alıyorum ve başlıyorum onu izlemeye… Sağına soluna bakıyor faks makinesinin, baktı olmayacak içini açıyor. Ben inanılmaz tahrik oluyorum. Neden diyeceksiniz?

Kadınlar böyle durumlarda tahrik olabilir. Hep fıkralarda anlatılan sahneler gerçekte yaşanıyor. Tüpçü, elektrikçi, sucu, Digiturk müşteri temsilcisi yani tedarikçi olan bütün erkekler kadınları tahrik edebilir. Bu kadının doğasında vardır. Eski zamanlarda kadınlar mağaralarında takılırken, erkekler avlanmaya çıkarlarmış. Erkek tedarikçi, kadınsa tüketiciymiş. Şimdi baktığınızda kadın da tedarikçiliğe soyundu. Ama kadının doğasında var bu, engelleyemez.

Dahi de ise daha farklı bir hava var. Sorun odaklı değil, çözüm odaklı düşünüyor. Aşağıdan teknik servis çağırabilirdi ama sorunu kendisi çözmeye çalıştı. Hoşuma gidiyor onu izlemek… O farkına varmadan usulca yanaşsam arkasından, beline sarılsam. Boynundan öpsem, kravatını çözsem, sonra o da bu duruma çözüm odaklı yaklaşsa fena mı olurdu? Belki sarsıntıdan dolayı faks makinesi de kendine gelirdi kim bilir…

Bu sahneleri geçirirken aklımdan, Dahi bir anda arkasını döndü ve bana baktı. Sanki anladı! Öyle bir süzdü ki beni, elimdeki kahve fincanını yere düşürecektim. Bu ofise ilk geçtiğimde cam masa beni biraz huzursuz etmişti ama şimdi cam masam olduğu için şükrediyorum. Onun da beni arzuladığını bu cam masa sayesinde anladım. Aşağıdan yukarıya süzdü beni, yaklaşık üç saniye sürdü ama saatler gibi geldi bana…

Ben hızlı bir hareketle kahve fincanını elimden bırakıp, bilgisayarımın başına döndüm. Dahi ise yavaş adımlarla koridordan geçip cam kavanozun kendine tahsis ettiği masasına gitti… Şu an için bu hikâye burada bitti ama dedim ya sadece şu an için!