21 Haziran 2009 Pazar

3’ü 1 arada devam…

Bu yazıyı okumadan önce lütfen önceki yazıyı okuyunuz!

Topuklu ayakkabılarım ve ben kendinden emin adımlarla arabaya doğru ilerliyoruz. 3’ü 1 arada öyle güzel gülümsüyor ki bana, içimden bir şeyler kayıp gidiyor. O andaki tek düşüncem, düşmemek! Arabaya biniyorum… Parfüm kokusu sarmış her yeri, bütün duyularım bir anda harekete geçiyor…

- Beyazlar çok yakışmış sana…

Küçük bir gülümsemeyle cevap veriyorum. Kendimi çok kaptırmamaya çalışıyorum, çünkü genelde erkekler kadınları hüsrana uğratır. Nasıl mı?

Çok ateşlidir ‘ama’ kötü sevişiyordur… Karizmatiktir ‘ama’ erken boşalıyordur. Çok duygusaldır ‘ama’ penisi yoktur (Vardır da yoktur işte!)… Anlayışlı ve olgun bir erkektir ama çöpü vardır (Kadınlar evlenip boşanmış ve çocuğu olmayan erkeklere çöpsüz üzüm der)... Kısacası her erkeğin bir ‘ama’sı vardır. Milyon tane örnek verebilirim size şimdi ‘ama’ bizim esas oğlanı anlatmak istiyorum.
Bu kadar da mükemmel olunmaz ki… Hem bu kadar kusursuz olsa şimdiye bir çakal kapmıştı bu adamı, vardır bir defosu diye diye içimden söylenirken Boğaz’ın eşsiz manzarasına kaptırıyorum kendimi… Tam Aşiyan Mezarlığı’nın önünden geçerken üç kere kornaya basıyor. Ne oluyor yahu dememe kalmadan başlıyor anlatmaya…

Efendim, zamanında iki sevgili kavuşamayacaklarını anlayınca, tam burada boğazın serin sularına kendilerini bırakmışlar. Eğer sevgilinizle Aşiyan Mezarlığı’nın önünden geçiyorsanız virajı alırken, üç kere (neden üçse) kornaya basarak onlara selam verirmişsiniz. Bu hikâyeyi duydunuz mu bilmiyorum ama çok gereksiz geldi bana… Ölen iki zavallıya inat, bakın ben sevgilimi aldım yanıma, Boğaz’ı turluyorum dercesine!

Elim gayri ihtiyari radyoya uzanıyor o anda, Lounge FM açık. (Burayı iyi okuyun, hatta tekrar tekrar okuyun) Sesi kısmak istiyorum ki söylediğini anlayayım. O anda yanlış bir tuşa basıyorum ve Kral FM ile karşılaşıyorum. Kanalı ilerletmiyorum arkadaşlar, Kral FM kayıtlı!

İşte birinci kusur baş gösteriyor. 3’ü 1 arada’nın içinden küçük bir İbrahim Tatlıses çıkıveriyor, tam yanağının kenarından elinde mikrofonla bana el sallıyor. Kusursuz tıraşı yüzünden bir sinek gibi aşağı kayan İbrahim Tatlıses; sağ omuza çarpıp koltuk arasına düşüyor; ‘Selam bacım, heleley heleley’… Ses yavaş yavaş uzaklaşıyor.

3’ü 1 arada’nın surat ifadesi bir anda değişiyor ama büyük bir soğukkanlılıkla kanalı Lounge FM’e ayarlıyor ve bana dönerek;

- Haşmet’in kanalı, benden çok o kullanıyor arabayı!

Ben hemen soruyorum;

- Haşmet kim?

- Benim şoförüm, ama özel randevularımda ben kullanmayı tercih ediyorum.

Ben kendimi zor tutuyorum, ama kızardığımın farkındayım. Hem Haşmet gibi bir ismi olan adamın şoför olmasına üzülüyorum, hem açıklamanın gerçek olup olmadığını düşünmeye başlıyorum. Üçüncü randevumuz ve ben şoförü olduğunu yeni öğreniyorum… Ya Haşmet diye biri yoksa, ya bu 3’ü 1 arada içinde bir İbrahim Tatlıses besliyorsa?

- Bir şey mi oldu hayatım?

Ben hemen oyuna geri dönüyorum ve ideal kadını oynamaya başlıyorum.

- Hayır canım, Boğaz’ın havası çarptı herhalde…

İçimden sürprizi merak etmeye başlıyorum. Ya 3’ü 1 arada’nın içinde kurumsal yapısını bozan bir yaratık varsa, ara ara böyle bir anda çıkıp beni korkutursa…

Sürpriz, Kalimero’nun tahmin ettiği gibi, 2 hafta arasanız da randevu alamayacağınız bir mekânın Boğaz manzaralı en ön masası… Her zamanki gibi inanılmaz kibar ve centilmen kendileri… Sürpriz için teşekkür ediyorum. Beni her defasında şaşırtıyor, mutasyona uğramış Mahsun Kırmızıgül ile mi birlikteyim sorusunu defalarca soruyorum kendime!

Hayatlarımızdan, ailelerimizden bahsetmeye başlıyoruz. Annesiyle babasının ayrı olduğunu daha önce söylemişti, fakat bu sefer detaylara giriyoruz. Gözleri Boğaz’ın serin sularına dalıyor ve annesini anlatmaya başlıyor. Öyle bir anlatıyor ki; sanki Mesih dünyaya ineli çok olmuş da insanoğlunun haberi yokmuş gibi…

İşte kusur, budur! İbrahim Tatlıses’in kendisi karşımda otursa bu kadar rahatsız olmam herhalde! Erkeklerin bu ‘anneciliğinin’ tasvir edilemeyecek boyutta olmasını bir bakıma anlıyorum, evet, kadınlar bir mucizedir. Bir erkeğin bu mucizeyi anlaması yıllar alır, tamam. Annelik dünyanın en kutsal terimidir, eyvallah! (Haşmet ağzı) ‘Ama’ bu kadar da abartmayın yahu! Hepimizin annesi var. Benim annem de dünyanın en iyi annesi bana göre. E ne olacak şimdi, horoz dövüşü mü yaptıralım?














Babası alkolikmiş, anne çocuklarını almış ve boşanmış. Sonra tekrar evlenmiş. Bakın bu çok önemlidir erkek çocuğu için. Eğer anne tekrar evlenmişse, travmanın boyutunu iki ile çarpın. Küçük Emrah, Küçük Emral serisini hepimiz hatırlıyoruz herhalde değil mi? İşte bu bir Küçük Emrah hikâyesi…

Babasız büyüyen erkeklerin travmaları çok ağırdır. Hiçbir terapist, hiçbir kadın bu örselenmeyi yok edemez. Bu kız çocukları için de geçerlidir, ben de babasız büyüdüm. Erkekleri tanımam; tanımam demeyeyim, erkekler hakkında fikir sahibi olmam, babaları olan kız çocuklarına göre daha uzun sürdü. Rol model yoktu önümde, hep başkalarının babalarını izleyerek baba nedir anlamaya çalıştım. Erkeklere karşı olan güvensizliğimi azaltmam zaman aldı ki hala şüpheli yaklaşıyorum erkeklere ve evet, bu benim kusurum! Bunu kabul ediyorum. Ey annesine tapan erkekler siz de lütfen, lütfen bunu kabul edin. Kusurlusunuz!

Merak beni dinlemeye zorluyor. Alkolik bir baba, çalışan bir anne, ilgisiz bir üvey baba, zavallı Küçük Emrah ve ben gecenin ilerleyen saatlerinde masadan kalkıyoruz. Arabayı mekânın otoparkında bırakma kararı alıyor 3’ü 1 arada; ‘ Haşmet yarın gelir, alır’ diyor. Ben Haşmet’i de merakıma dâhil ediyorum. İşte bu saçma diziler bu yüzden tutuyor, ben bile bu çemberin içine girdiysem bütün gün evde dizi izleyen kadınlar ne yapsın!

Mekânın kapısında el ele tutuşup taksinin gelmesini bekliyoruz. Gözlerimin içine bakıyor ve yanağıma ufak bir öpücük konduruyor. İşte ipler o anda dalgalanmaya başlıyor. Kadınlar merhametlidir ve erkekler bunu çok iyi bilir. Yaptığım hatanın farkındayım, bu adamı hiçbir zaman düzeltemem. Çünkü bunu daha önce denedim, olmuyor! Böyle adamlar kendi lanetleriyle yaşamaya mahkûm, biliyorum bunu, biliyorum işte! Ama bile bile bu sevgi dolu küçük öpücük hatırına denemeye karar veriyorum. Merhamet, acıdan önce gelir ve biz kadınlar merhametli olmayı, acı çekmeyi severiz.

Taksiye biniyoruz ve 3’ü 1 arada’nın evine doğru gidiyoruz. Büyük an geldi çattı demek! Evin kapısından içeri giriyoruz. Evin belirli köşelerinde annesi ve 3’ü 1 arada’nın fotoğrafları var. Ben zaten önceden durumu tahmin ettiğim için, çok şaşırmıyorum. 3’ü 1 arada fotoğrafların tarihini anlatmaya başlıyor, bu arada bir şişe şarap açmayı da ihmal etmiyor. Bu fotoğrafta annem ile diye başlayan cümleleri, bir kaleci edasıyla yakalayıp kendisine kibarca iade ediyorum. Evin tek annesiz mekânı olduğunu tahmin ettiğim (o da duvar olmadığı için olsa gerek) terasta manzaraya karşı şarabımızı yudumluyoruz.













Hafif üşüyorum, bana sarılıyor ve öpüşmeye başlıyoruz. Her şey çok klasik ilerliyor. Elimden tutup beni yatak odasına götürüyor. Sevişme daha da ateşleniyor. Kendini zor tuttuğunun farkındayım, biraz sertlikten hoşlanıyor. Genelde anneleriyle problemli olan erkekler yatakta sert sevişmeyi tercih ederler (Kadınlardan hırslarını böyle alıyorlar bence), bu ilk defa karşılaştığım bir durum olmadığı ve hard seksi sevdiğim için bir problem olarak görmüyorum. Seks tam istediğimiz gibi ilerliyor; sert, soru cevaplı, inlemeli ve zevkli…













Pazar sabahına zırıl zırıl çalan bir telefonla uyanıyorum. İlk başta aldırmıyorum ama sağıma dönüp başucumda 3’ü 1 arada’nın annesinin fotoğrafını görünce irkiliyorum. Yuh artık! Demek grup yapmışız, bir tek benim haberim yokmuş! Bende uyku muyku kalmıyor, sinirlerim bozuluyor. İster istemez konuşmayı da dinlemiş oluyorum tabii… Arayan 3’ü 1 arada’nın annesi… Konuşmayı size aynen aktarıyorum;

- Efendim annecim, yok daha yeni uyandım. Kahvaltı etmedim. Ablama mı, gideceğim evet. Sen ne yaptın (Yüzünde gülücükler açıyor) ha tamam ben hallederim annecim, sen yorma kendini. Yumurta yapacağım şimdi kendime. Yok, Hesna bugün izinli. Evde yalnızım. Tamam, duşa girerken alırım telefonu yanıma. Öpüyorum annecim seni!

Aklım almıyor. 34 yaşındaki bir adam, nasıl böyle olabilir? Tamam, ben de ana kuzusuyumdur, giderim dizine yatarım. Sevgi ve şefkat isterim ama bu ne ya!

Yatak odasına dönüyor, ‘ifadesiz’ bir ifadeyle bana bakıyor. Ben o sırada giyinmeye başlamışım çoktan! Kaçmam gerektiğinin farkındayım.

- Nereye gidiyorsun?

- ‘Anneme’ kahvaltıya gideceğim, merak etmesin şimdi beni!

Ağzımdan bu cümle çıkıveriyor bir anda. Anlamsız bakışlarla yüzüme bakıyor ve;

- Ben de kahvaltı hazırlayacaktım tam.

O sırada kapı çalıyor. İçimden ne olur Allahım annesi olmasın, ne olur olmasın diye geçirirken;

- Günaydın Haşmet! Teşekkür ederim Pazar Pazar yordum seni.

Aman Tanrım, Haşmet gerçekmiş! Demek İbrahim Tatlıses; Haşmet, Aydemir Akbaş; 3’ü 1 arada’ymış! Kendimi Haşmet’in kollarına atmak için ayakkabılarımı koridorda giyerek odadan çıkıyorum. 3’ü 1 arada da Haşmet’e dönerek;

- Tanıştırayım sizi, Topuklu Ayakkabı. Çok sevdiğim bir arkadaşım… (Sarılıyor bana)

1.55 boylarındaki Haşmet de başıyla selam vererek;

- Memnun oldum efendim, diyor.

3’ü 1 arada Haşmet’ten beni gideceğim yere bırakmasını rica ediyor ve ben ‘merhametten eser kalmayan’ bir öpücük ile ‘anne evinden’ ayrılıyorum. Haşmet arabada gerçekten Kral FM dinliyormuş, bunu da 15 saat sonra öğrenmiş oluyorum.

Ana fikir;

Ey annelerine tapan erkekler size söylüyorum. Hiçbir zaman mutlu olamayacaksınız, hep annenizle eşinizi, sevgilinizi kıyaslayacaksınız. Hayatınızdaki kadından ‘anneniz’ gibi olmasını bekleyeceksiniz. Hep 3 kişi yaşayacaksınız beyinciğinizde… Başka bir formattaki kadını kabullenemeyeceksiniz, anlayamayacaksınız. Annenizi bir tarafa koyun, kalbinizin en değerli köşesine, ama hayatınızdaki kadına da yer açın orada. Yoksa mutsuzluk peşinizi hiçbir zaman bırakmayacaktır.

- Haşmet Bey kanalı ve adınızı değiştirir misiniz lütfen?

- Efendim?

- Radyoyu diyorum değiştirebilir misiniz?

- Tabii, ne tarafa gidiyoruz.

- Anneme gideceğim…

- Semt olarak?

- Unuttum, bir saniye lütfen Haşmet Bey!

Lütfen babalarınızı affedin ve hayatınıza devam edin. Tüm babaların Babalar Günü'nü kutlarım...