25 Ağustos 2009 Salı

Clark Kent 2

Kalbimin sesini sitenin girişindeki güvenlik görevlisinin dahi duyduğuna eminim. Bu yaşta bu kadar heyecan fazla değil mi? Hani 30’u geçince tecrübeli oluyorduk, hani duygularımızı kontrol edebiliyor, yatakta harikalar yaratabiliyor, dişiliğimizi çekincesiz yaşayabiliyor, kendimizden emin takılabiliyorduk? Külliyen yalan! Elinde elma şekeriyle lunaparktan dönen bir kız çocuğundan farkım yok işte… Bitmesin diye yemezsiniz ya hani şekerinizi saklarsınız, bu da o hesap! Şimdi mi yesem, sabaha mı bıraksam?*Ya erirse, ya başkası yerse?

Kafamın içinde dönüp dolaşan tilkilerin birbirine çarpmasını engelleyemiyorum. Aklıma hep ya bu bir hesaplaşmaysa, ya bu benim diyetimse? Belki de hayatım boyunca aradığım adamı bulamamamın nedeni budur. Eager Beaver’ın ahı… Şimdi empati kuralım. Lise çağları, en deli dolu yaşanan yıllar. Ben o yılları istediğim gibi yaşadım. Peki, Eager Beaver? Benim onu sevmem için bekledi, ben hep görmezden geldim, onu bilmeden istemeden üzdüm. Ama bırakmadım da, gitmesine izin vermedim. Düşündükçe hatırlıyorum, bir hafta uzak dursam, ikinci hafta Eager Beaver’la aramı düzeltiyordum. Çocukluk mu? Hayır canım, düpedüz kaltaklık! Bu ilgi ve sevgi hoşuma gidiyordu. Şimdi sakın bu onun tercihiydi diye yorumlar yapmayın. Aşk, sevgi böyle bir şey değil. Hiç anlamazsınız, bir adamı/kadını hayatınızın merkezine yerleştiriverirsiniz. Onun isteklerine göre düzeninizi/planlarınızı değiştirirsiniz. Bu 5 yaşındayken de olabilir, 75 yaşındayken de… Sevginin yaşı yoktur dedikleri bu olsa gerek işte!


















Tanrı da inanın bana boş durmaz. Oturur her şeyi izler, hesabını tutar. Bunun bedelini de size muhakkak ödetir, ama öyle başka başka olaylarla değil birebir o insanla hesaplaşmanızı sağlar, bir şekilde karşınıza çıkarır onu. Ha bunun adı karma mıdır, Tanrı’nın parmağı mıdır adını kendinize göre koyun işte. Ama Tanrı/karma eni sonu size bunu ödetir. Adisyonunuza bakarsınız, itiraz etme hakkınız yoktur, yediğiniz boklar ortadadır. Eager Beaver da benim diyetim işte. Yemişim bu boku ödeyeceğim! Gitmiş metamorfoza uğramış ve tekrar bu dünyaya dönmüş, her yaşta kadının itiraz edemeyeceği bir erkek olmuş, arabada yan koltukta bana bakıyor. O zaman şu yukarıdaki soruyu bulunduğum duruma göre değiştireyim*; şimdi mi ödesem, sabaha mı bıraksam?


Hadi olayı farklı bir açıdan ele alalım. Pozitif düşünceye yönelelim (Kişisel gelişim kitapları okuyan özünü bulamamış, olgunlaşamamış insan modelinin kuracağı bir cümle oldu). Belki de hayatımın erkeği odur. Yıllarca bunun için beklemişimdir. Beni gerçekten sevecek, değer verecek, iyiyi/kötüyü paylaşacak adam O’dur. Belki de karma/Tanrı artık bunu hak ettiğimi düşünüyordur. Eager Beager hala yan koltukta oturmuş bana bakıyor. Ben tilkileri kovalıyorum. En sonunda sessizliği O bozdu (Hadi size kişisel gelişim kitaplarından bir not daha; ilk konuşan kaybeder);

- Ne düşünüyorsun?
- Yarın hava yağmurlu olacakmış. Acaba havuza gitmesem mi diyorum?!

Nasıl yalan! İşte kadınların böyle bir tarafı var. İnsanın gözünün içine baka baka yalan söyleriz. Sanki hiç şu yukarıdaki 4 paragrafı ben düşünmemişim, Eager Beaver’ı sevişirken hayal etmemişim, vücudunun kıvrımlarını, zevk alırken inler mi yoksa sadece gözlerini kapatıp anı mı yaşar, boxer’ı ne renk diye merak etmemişim!

- İstersen sabah buluşur birlikte gideriz. Yağmur yağacağını sanmıyorum.

Sabah, buluşmak? Demek yırttım. Daha düşünecek zamanım var! Beni sadece eve bırakmak için buraya kadar gelmiş. E, ne bu şimdi beni istemiyor mu? Hani unutamamıştı, hani yıllarca beni aramıştı? Bu cevabı da beğenmedim. Tanrım ben nasıl bir kadınım! Hiç tatmin olamayacak mıyım? Bu nasıl bir doyumsuzluktur? Ama bir yandan da iyi bir cevap, bana zaman kazandırıyor. Yoksa gay mi? Belki de yavaştan almak istiyor, olamaz mı yani! Ama ya bi’ susun! Sarhoş kafamla bu cümle ağzımdan çıktı mı, inanın bilmiyorum!

- Tamam, sabah konuşuruz o zaman, telefon numaramı vereyim sana.
- Gerek yok bende var.
- Anlamadım?
- Rezervasyon senin adınaydı, unuttun mu?
- Evet benim adımaydı ama…
- Soyadını unuttuğumu düşünmedin herhalde, ben sana ne diyorum kaç saattir? Seni göreceğimi biliyordum!
- Ha, sen hazırlıklıydın yani. Her şey planlıydı, öyle mi?
- Hayır, nereden çıkartıyorsun? Plana gerek var mı sence?

Camdan dışarı baktım, apartmanda hala uyanık olanlar vardı. 3. katta oturan yeni evli çift daha yatmamıştı. Televizyonun ışığı dışarı vuruyordu ve devamlı siyahtan farklı renklere dönüşüyordu. Demek biri televizyonu zaplıyordu. Evlilik sıkıcı olabiliyor işte. Devamlı değiştirmek istiyorsun. Hayatın da bir kumandası olsa ya, istediğimiz ana geri dönebilsek, hatalarımızı düzeltsek, seçimlerimizi değiştirebilsek, sonra baktık olmadı tekrar değiştirsek… Çok mu istedim?

- Böyle düşünmeni istemiyorum gerçekten. Ben uzun zamandır bu anı bekliyorum, lütfen bir yanlış anlamayla bozulmasın!
- Yok, ben dalmışım öyle. Bozulan bir şey yok. Çok içmişim sanırım. Uyusam iyi olacak. Yarın sabah ararsın beni.
- Kaçta uyanırsın?
- Kaçta ararsan.
- Hala komiksin, biliyor musun?
Küçük bir kız gibi gülümseyerek boynumu eğiyorum. İşte yine yanaklarım kızardı; iyi geceler.
- Sana da…













Alnıma ve yanağımla dudağımın arasına konulan iki busenin ardından otomobilden iniyorum. Tanrım dudakları ne kadar yumuşak! Diyetim buysa ödemeye razıyım diye düşünürken kendimi evimde buluyorum. Hemen Kalimero’yu arıyorum, saatin kaç olduğunun ne önemi var, değil mi? Telefon uzun uzun çalıyor. En sonunda Kalimero telefonunu açıyor. İlk söylediği cümle;

- Banyoda mısın?
- Yoo neden?
- Ne bileyim, sevişirken bir şey oldu da banyoya girip beni aradın sandım.
- Yoo…
- E sevişmediniz mi?!
- Yooo…
- Yoo demeyi bırakacak mısın, yoksa radyasyona mı maruz kaldın?
- Yooo aklım karışık.
- Bir şey mi dedi sana?
- Hayır.
- Ne yaptınız bunca saattir?
- Sahil yolundan geldik, arabada konuştuk biraz.
- Ne konuştunuz?
- Hatırlamıyorum.
- Sen iyi misin?
- Değilim, sence bu bir diyet mi?
- Valla sevişmek istemiyorsan sen bilirsin. Ama seksin rejimi olmaz, yani bu hastalık değilse en azından…
- Ya onu demiyorum. Şimdi ben zamanında O’nu üzdüm, Tanrı da bana bunu ödetmek istiyor olabilir mi?
- Şimdi eğer üzülürsem diye korkuyorsan sana bir soru sorayım. O’nunla yatmadım diye üzülür müsün?
- Deli misin, tabii üzülürüm. Şimdiden kanım çekildi söyleme böyle şeyler!
- Ben söylerim, lafımı kesme. Peki, birlikte olursanız, bu bir ilişkiye dönüşürse ve O’nu gerçekten seversen, sonra da ayrılırsanız üzülür müsün?
- E herhalde üzülürüm, soru mu bu şimdi?
- Tamam o zaman korkacak, kaybedecek hiçbir şeyin yok. Birinde hayatın boyunca tüh neden yatmadım diye üzüleceksin, diğerinde de tüh keşke böyle olmasaydı diye üzüleceksin. Birinde her gün, diğerinde belki 5 gün, belki 5 ay ağlayacaksın ki en son o dangalak için sadece 2 gün üzüldün, hatırlatırım. Hani seviyordun? Geçti gitti işte. Hiç olmazsa üzülürsen adam gibi biri için üzülürsün. O erkek bozuntusu, kararsız geri zekâlı gibi biri değil Eager Beaver. Düzgün bir adam. Hem o top kafalıdan 100 bin kat daha yakışıklı, işi gücü belli, başarılı, akıllı daha ne istiyorsun salak mısın?
- Nefes alacak mısın?
- İstersem alırım. Gece gece aramayı biliyorsun hanımefendi. Gerçekleri duymak ağırına gitmesin.
- Haklısın. Yarın sabah arayacak beni. Biliyor musun, rezervasyon yaptığım günden beri geleceğimi biliyormuş. Numaram kaç gündür elindeymiş, ama aramamış.
- Dedim sana adam akıllı diye ama havaya konuşuyorum!
- Ama hiç belli etmedi ilk başta. Planlıymış gibi geldi bana.
- Ne yapacaktı, kapıdan girdiğinde konfeti yağmuru beklemiyordun herhalde!
- Abartma, tamam!
- Eager Beaver tam bir beyefendi gibi davrandı. İstifini hiç bozmadı, gayet kibardı, ilgiliydi. Elini üzerinden hiç çekmedi, ama nerede duracağını bildi. Daha ne istiyorsun? Aşktan kaçabileceğini mi sanıyorsun?
- Ya tamam ben saçmalıyorum. Farkındayım.
- Neden yukarı gelmedi?
- Bilmiyorum, gerçi ben sormadım gelir misin diye? Ya da sormakta geç kaldım. Otomobilin içinde düşündüm durdum.
- O da korktun sanmıştır. Neyse daha iyi, ilk geceden yatmayın zaten.
- Aman bunun ilk gecesi, haftası mı olurmuş? Kaç yaşındayız yapma sende!
- Olsun daha iyi. Gerçi ben çok merak ediyordum ne yapacağınızı ama neysseee nasıl olsa yatacaksınız. O zaman anlatırsın.
- Ay, tamam hatırlatma. Delireceğim şimdi. Uyumam lazım. Sabah arayacak havuza birlikte gideceğiz.
- Ben de geliyorum.
- E istiyorsan gel.
- Merak ediyorum Topuklu, ne yapacak acaba?
- Hah, bir de bu tilkiyi sal kafama uykum iyice kaçsın. Sabah çipil çipil gözlerle havuza gideyim.
- Tamam, tamam hadi yat uyu. Sabah beni de uyandır. Uyur kalırım, kaçırırım valla içim içimi yer.
- Olur, uyandırırım hadi iyi geceler.
- Sana da aşk böceği ahahahah!
- Bak bana böyle deme, sinirim bozuluyor!
- Demem tamam, hadi iyi geceler.
- Sana da…














Kalimero haklıydı. Neden korkuyordum ki? Güzelim, başarılıyım, düzgün bir ilişkiyi hak ediyorum. Eager Beaver beni istiyor, ben onu istiyorum. Sorun ne olabilirdi ki? Duşumu aldım, yatağıma uzandım ve Alice’in Harikalar Diyarı’na daldım.
Öğlene doğru çalan telefonla harikalar diyarından çıktığımı düşünürken, gerçek dünyadaki harika bir adamın sesini duydum. Bana günaydın diyordu. Bir gün bundan daha güzel başlayamazdı. Kalimero, yerden göğe kadar haklıydı. Aşktan kaçamıyorsunuz. Aşk, sizden daha hızlı davranıyor ve hep bir adım önünüze geçiyor ya da aşk, düşünme yeteneğinizi elinizden alıyor. Her ne olursa olsun ben bir şeyleri feda edeceğimi biliyorum. Olsun, aşk fedakârlık ister demezler mi?

Clark Kent

Okul yılları güzeldir. İyi-kötü birçok anıyla doludur. Dünyanın en büyük sorununun beğendiğimiz çocuğun bize bakmadığını düşündüğümüz yıllardır bunlar. Sabahlara kadar hayal kurduğumuz, pembe yanaklarla dolaştığımız, röflesiz, manikürsüz, pedikürsüz, kalın kaşlı halimizle ergenliğe adım attığımız zamanlardır… (Gerçi yeni nesil bu durumu aştı. Bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler. Etekler uzun, saçlar toplu gezerdik) En doğal, en saf hallerimizdir o günler. Yalansız, dolansız sevdiğimiz, aşkı en duru yaşadığımız anlardır… Kız kıza dedikodunun, telefon trafiğinin durmadığı dönemlerdir;

- Bugün servisten inerken bana baktı biliyor musun? Kesin hoşlanıyor benden!
- Ahmet de bugün patates kızartmasını benimle paylaştı, inanabiliyor musun?!

Bu kadar safızdır işte. Bir bakışla, bir adet patates kızartmasıyla dünyamızın değiştiği o yıllar. Ah o yıllar… Sınıfın/okulun en popüler kızıyla/erkeğiyle kurulan hayallerin gerçekleşmesini sabırsızlıkla beklediğimiz ah o yıllar…

Bir de sınıfın/okulun inekleri vardır yüzüne bakmadığımız. İnek diye tabir ettiğimiz bu tiplerden biri mutlaka size âşıktır. Yazılıda size kopya verirler, sözlüde (Bu tipler hep en ön sırada otururlar, zaten boyları da kısadır) kitabı açıp fısıldayarak iyi not almanız için çalışırlar. Onları hep çok severiz, ama sadece arkadaşça… Çekingendirler zaten, gelip de sana aşığım diyemezler. Hep bir hayal kırıklığı yaşatırız onlara, okulun en serserisinin peşinden koşarız. O serseri ‘Hadi gel, okuldan kaçalım’ dediğinde ne annemizi, ne de babamızı düşünürüz. O serseri maceraperesttir, korkusuzdur. Erkekliği korkusuzluk ve cesaret olarak görürüz hep. O gece gündüz ders çalışan çocuk, erkek değildir, insandır bizim gözümüzde. Zaten kısadır, gözlük takıyordur, diş telleri vardır ya da biz öyle görürüz onu. O gözlüğün arkasındaki çakır yeşil gözleri algılayamayız.












Şimdi diyeceksiniz ki; E Topuklu Ayakkabı, neden bize bunu anlatıyorsun?’
Dün gece arkadaşlarımla dışarı çıktık. Herkesin dilinde dolaşan, ay yemekleri muhteşem dediği mekânlardan birine gittik. Güzel güzel siparişlerimizi verdik. Ben iş yerindeki ‘Dahi’nin yenilikçi ruhundan ve yenilikçi ruhunun yansıması olan kalçalarından bahsederken arkadaşlarıma, yanıma 1.80 boyunda, sarışın, yemyeşil gözleri olan bir adam geldi. Önce dikkatle suratıma baktı, hafiften gülümsedi;

- Sen, Topuklu Ayakkabı! Evet evet sensin değil mi?
- Tanıyamadım, pardon?
- Benim Eager Beaver.
- Hangi Eager Beaver?
- Liseden Eager Beaver yahu! Aynı sınıftaydık, hatırlasana!

Küçük dilim kıçıma çarpıp tekrar yerini alıyor. Bu Eager Beaver denilen çocuk; lisede bana aşık olan, yazılıda/sözlüde her zaman bana kopya veren, serviste ben uyurken üşümemem için camı örten, boyu benden kısa olduğu için en ön sırada oturup ders boyunca arkası dönük beni izleyen, gözlüklerinin arkasından saf duygularla beni süzen Eager Beaver!

Tanrım, ne kadar yakışıklı olmuş! Okul boyunca suratına bakmadığım, sadece arkadaşça görüştüğüm Eager Beaver; geniş omuzları, sarı dağınık saçları ve yeşil gözleriyle işte tam karşımda! Ne yapmalı şimdi? Hayatımın aşkı diye boynuna mı atlamalı, yoksa her zamanki gibi mi olmalı?

Ben ikinci seçeneği tercih ettim. Hafifçe gülümsedim, halini hatırını sordum. Masadaki diğer arkadaşlarımla tanıştırdım. Onu gördüğüm için sevindim, ama her zamanki gibi mesafeli havamı korudum. İçten içe bittim ama! Bir insan bu kadar mı değişir? Özcan Deniz halt etmiş, asrın en değişen adamı Eager Beaver! Pantolonun paçaları yerleri süpüren, sünnet ayakkabısıyla sınıfa gelen, Almanca sözlüsünde kekeleyen, Reading dersinde arka sıradan sesi duyulmayan adam gitmiş, onun yerine ‘erkek’ gelmiş. Şimdi karşısında yelkenleri suya bıraksam, ah çok yakışıklısın, çok değişmişsin desem ya da ima etsem benim o restorana gelen diğer kadınlardan hiçbir farkım kalmayacak. Ne yapacaksın, eski tas eski hamam takılacaksın. O kendini hala beyaz ayakkabılarıyla hissetsin boş ver…


















Bu arada Eager Beaver, bu herkesin yemeklerine ayılıp bayıldığı restoranın sahibi… Sonradan anladım ki, bu restoranın yemekleri öyle muhteşem değil, muhteşem olan Eager Beaver! Neden bütün bekâr kadınların bu restorandan rezervasyon almak için yarıştıklarını şimdi anlamış bulunmaktayım. Herkes adamın peşinde!
Tabii kızlarla hemen başladık dedikoduya… Kızım okulda hiç mi fark etmedin mi bu çocuğu? İnsan nasıl atlar bu güzelliği? Sevgilisi var mı acaba? Nasıl sevişiyordur? Kesin kötü sevişiyordur, çok yakışıklı! Bütün restoranla yatmış mıdır? Acaba gay mi? Belki yaş ilerledi, artık ciddi bir ilişki istiyordur… Bunun gibi akla gelmeyecek en saçma şeyleri dahi sorguladık. Tabii öyle yüksek sesle konuşamıyoruz, yan masadaki hatunlar tanıyor Eager Beaver’ı… Neyse zaman ilerliyor, Eager Beaver masamıza geliyor, bana hafiften sarılıyor, yemeklerimizi beğendiniz mi diye başlıyor, konu nasıl oluyorsa eski günlere dönüyor ve;

- Biliyor musunuz kızlar Topuklu Ayakkabı benim ilk aşkım. Çok aradım onu okul bittikten sonra ama bulamadım, Facebook’dan da baktım çıkmadı. Sırf Pilav Günü’ne gittim okula, belki o da gelir diye ama gelmedi. Ama sonunda çıktı işte karşıma…

Midem kasılıyor, yediklerimi o anda iade edebilirim! Ne diyeceğim şimdi ben? İşin içinden çıkamıyorum, sadece gülümseyerek yere bakıyorum, yanaklarım kızarıyor, hissediyorum. İşte yakalandım, okul yıllarındaki o saf kız bir anda çıkıyor ortaya! Aslında sevinmem lazım, o kızı hala öldürmemişim, içimde bir yerlerde yaşıyormuş da haberim yokmuş.

Benim akıllı arkadaşım Kalimero atlıyor hemen;

- O da sizden çok bahsetmişti okul yıllarından konuşurken. Eager Beaver olmasaydı sözlülerden geçemezdim demişti!
Ne alaka?! Öyle kalakalıyorum, Eager Beaver daha sıkı sarılıyor bana…

- Özel bir şarap açtıracağım şimdi, bu gecenin şerefine.

Bir sandalye çekip yanıma oturuyor. Eli omzumda konuşmaya başlıyor. Diğer masalardaki hatunların bakışlarını size anlatamam. İçlerinden bana nasıl küfrettiklerini duyabiliyorum. Yer sarsılıyor kadınların öfkesinden! Ortadan ikiye kesiliyorum, gözlerim oyuluyor, tokat üstüne tokat yiyorum. Bizim kızlar durumun farkında değil dalmışlar Eager Beaver’ın yeşil gözlerine, o ne söylerse gülüyorlar. Şarabımız geliyor, Cotes D'avanos… Çok severim! Gözüme daha yakışıklı görünmeye başlıyor, artık şaraptan mı bilemem!

Aşktan, evlilikten, neden bu yaşta hala evlenemediğimizden, gezdiğimiz ülkelerden, ekonomiden her şeyden ama her şeyden konuşuyoruz. Çok severim böyle erkekleri; kültürlü, araştırmacı, kompleksiz, her konuda bir fikri olan, dinlemeyi bilen… Daha ne isterim ama değil mi? Tek korkum, eski yılların acısını benden çıkarması… Ya bu bir komploysa!

Zaman su gibi akıp geçiyor. Eager Beaver’ın müdavimleri artık umudu kesmeye başlıyor ve masalar bir bir boşalıyor. Ben kadınların keskin bakışları arasında küllerimden doğuyorum ve elimi Eager Beaver’ın omzuna atıyorum. Yan gözle beni bir süzüyor ve gülümsüyor. Birkaç masaya iyi geceler demek için masadan ayrıldığında bizim kızlar hemen dedikoduya başlıyorlar;

Aşk Böceği: Bu adam sana hala aşık ben sana söyleyeyim!
Kalimero: Bak hala o geri zekâlı kararsız öküzü düşünüyorsan seni vururum!
Parti Kızı: Ben Eager Beaver’ı neden daha önce hiç görmedim yahu! Kısmeti senmişsin işte…

Ben masada öyle kalakalıyorum. Kıpırdayamıyorum dahi! Yoksa yoksa aşık mı oluyorum?! Hayır hayır bana bunu yapma, şimdi değil, olmaz. Aklım karışıyor, başım dönüyor. Tam o sırada bir el yüzümü okşuyor. Bütün o telaş, kalbimin pırpırı geçiyor. Sakinleşiyorum. Bu aşka karşı koyamıyorum…














Şarap yenileniyor, sohbet bitmiyor. Artık en sonunda gecenin 2’sinde kalkma kararı alıyoruz. Ben uzun zamandır ilk defa sarhoş oluyorum, araba kullanacak durumda değilim. Eager Beaver’ın koluna giriyorum, kısa bir yürüyüş mesafesinden sonra otoparka geliyoruz. Kızlar da arabalarını almama kararı alıyorlar. Hemen bir taksi çeviriyor Eager Beaver, kızları yolcu ediyoruz. Sanki mekân benim! Arkalarından el sallıyorum, oysa o taksiye binmem gerekmez miydi?

Eager Beaver aracını istiyor, ben sanki yıllardır onunlaymışım gibi araca biniyorum. İkimizde devamlı gülümsüyoruz. İçimden ne kadar salakça diyorum, neden gülüyoruz ki! Ama tutamıyorum kendimi, kaslarım çalışıyor işte! Ben camı açıyorum ve boğaz yolunun güzelliğine kaptırıyorum kendimi. Eskiyi hatırlıyorum, bu yolu servisle geçtiğim o çocukluk yıllarını… Eager Beaver bir anda camı kapatıyor;

- Üşüyeceksin…

Kafamı çeviriyorum ve yeşil gözlerinin tam içine bakıyorum. İçimden; yıllardır seni mi beklemişim ben diyorum… Daha da duygusallaşıyorum. Evimin yolunu hatırlayacak kadar içmemişim demek yolu tarif edebiliyorum. Sonunda yol bitiyor ve evimin önündeyiz. Ne yapacağım şimdi?

Devamı yakında!