25 Ağustos 2009 Salı

Clark Kent

Okul yılları güzeldir. İyi-kötü birçok anıyla doludur. Dünyanın en büyük sorununun beğendiğimiz çocuğun bize bakmadığını düşündüğümüz yıllardır bunlar. Sabahlara kadar hayal kurduğumuz, pembe yanaklarla dolaştığımız, röflesiz, manikürsüz, pedikürsüz, kalın kaşlı halimizle ergenliğe adım attığımız zamanlardır… (Gerçi yeni nesil bu durumu aştı. Bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler. Etekler uzun, saçlar toplu gezerdik) En doğal, en saf hallerimizdir o günler. Yalansız, dolansız sevdiğimiz, aşkı en duru yaşadığımız anlardır… Kız kıza dedikodunun, telefon trafiğinin durmadığı dönemlerdir;

- Bugün servisten inerken bana baktı biliyor musun? Kesin hoşlanıyor benden!
- Ahmet de bugün patates kızartmasını benimle paylaştı, inanabiliyor musun?!

Bu kadar safızdır işte. Bir bakışla, bir adet patates kızartmasıyla dünyamızın değiştiği o yıllar. Ah o yıllar… Sınıfın/okulun en popüler kızıyla/erkeğiyle kurulan hayallerin gerçekleşmesini sabırsızlıkla beklediğimiz ah o yıllar…

Bir de sınıfın/okulun inekleri vardır yüzüne bakmadığımız. İnek diye tabir ettiğimiz bu tiplerden biri mutlaka size âşıktır. Yazılıda size kopya verirler, sözlüde (Bu tipler hep en ön sırada otururlar, zaten boyları da kısadır) kitabı açıp fısıldayarak iyi not almanız için çalışırlar. Onları hep çok severiz, ama sadece arkadaşça… Çekingendirler zaten, gelip de sana aşığım diyemezler. Hep bir hayal kırıklığı yaşatırız onlara, okulun en serserisinin peşinden koşarız. O serseri ‘Hadi gel, okuldan kaçalım’ dediğinde ne annemizi, ne de babamızı düşünürüz. O serseri maceraperesttir, korkusuzdur. Erkekliği korkusuzluk ve cesaret olarak görürüz hep. O gece gündüz ders çalışan çocuk, erkek değildir, insandır bizim gözümüzde. Zaten kısadır, gözlük takıyordur, diş telleri vardır ya da biz öyle görürüz onu. O gözlüğün arkasındaki çakır yeşil gözleri algılayamayız.












Şimdi diyeceksiniz ki; E Topuklu Ayakkabı, neden bize bunu anlatıyorsun?’
Dün gece arkadaşlarımla dışarı çıktık. Herkesin dilinde dolaşan, ay yemekleri muhteşem dediği mekânlardan birine gittik. Güzel güzel siparişlerimizi verdik. Ben iş yerindeki ‘Dahi’nin yenilikçi ruhundan ve yenilikçi ruhunun yansıması olan kalçalarından bahsederken arkadaşlarıma, yanıma 1.80 boyunda, sarışın, yemyeşil gözleri olan bir adam geldi. Önce dikkatle suratıma baktı, hafiften gülümsedi;

- Sen, Topuklu Ayakkabı! Evet evet sensin değil mi?
- Tanıyamadım, pardon?
- Benim Eager Beaver.
- Hangi Eager Beaver?
- Liseden Eager Beaver yahu! Aynı sınıftaydık, hatırlasana!

Küçük dilim kıçıma çarpıp tekrar yerini alıyor. Bu Eager Beaver denilen çocuk; lisede bana aşık olan, yazılıda/sözlüde her zaman bana kopya veren, serviste ben uyurken üşümemem için camı örten, boyu benden kısa olduğu için en ön sırada oturup ders boyunca arkası dönük beni izleyen, gözlüklerinin arkasından saf duygularla beni süzen Eager Beaver!

Tanrım, ne kadar yakışıklı olmuş! Okul boyunca suratına bakmadığım, sadece arkadaşça görüştüğüm Eager Beaver; geniş omuzları, sarı dağınık saçları ve yeşil gözleriyle işte tam karşımda! Ne yapmalı şimdi? Hayatımın aşkı diye boynuna mı atlamalı, yoksa her zamanki gibi mi olmalı?

Ben ikinci seçeneği tercih ettim. Hafifçe gülümsedim, halini hatırını sordum. Masadaki diğer arkadaşlarımla tanıştırdım. Onu gördüğüm için sevindim, ama her zamanki gibi mesafeli havamı korudum. İçten içe bittim ama! Bir insan bu kadar mı değişir? Özcan Deniz halt etmiş, asrın en değişen adamı Eager Beaver! Pantolonun paçaları yerleri süpüren, sünnet ayakkabısıyla sınıfa gelen, Almanca sözlüsünde kekeleyen, Reading dersinde arka sıradan sesi duyulmayan adam gitmiş, onun yerine ‘erkek’ gelmiş. Şimdi karşısında yelkenleri suya bıraksam, ah çok yakışıklısın, çok değişmişsin desem ya da ima etsem benim o restorana gelen diğer kadınlardan hiçbir farkım kalmayacak. Ne yapacaksın, eski tas eski hamam takılacaksın. O kendini hala beyaz ayakkabılarıyla hissetsin boş ver…


















Bu arada Eager Beaver, bu herkesin yemeklerine ayılıp bayıldığı restoranın sahibi… Sonradan anladım ki, bu restoranın yemekleri öyle muhteşem değil, muhteşem olan Eager Beaver! Neden bütün bekâr kadınların bu restorandan rezervasyon almak için yarıştıklarını şimdi anlamış bulunmaktayım. Herkes adamın peşinde!
Tabii kızlarla hemen başladık dedikoduya… Kızım okulda hiç mi fark etmedin mi bu çocuğu? İnsan nasıl atlar bu güzelliği? Sevgilisi var mı acaba? Nasıl sevişiyordur? Kesin kötü sevişiyordur, çok yakışıklı! Bütün restoranla yatmış mıdır? Acaba gay mi? Belki yaş ilerledi, artık ciddi bir ilişki istiyordur… Bunun gibi akla gelmeyecek en saçma şeyleri dahi sorguladık. Tabii öyle yüksek sesle konuşamıyoruz, yan masadaki hatunlar tanıyor Eager Beaver’ı… Neyse zaman ilerliyor, Eager Beaver masamıza geliyor, bana hafiften sarılıyor, yemeklerimizi beğendiniz mi diye başlıyor, konu nasıl oluyorsa eski günlere dönüyor ve;

- Biliyor musunuz kızlar Topuklu Ayakkabı benim ilk aşkım. Çok aradım onu okul bittikten sonra ama bulamadım, Facebook’dan da baktım çıkmadı. Sırf Pilav Günü’ne gittim okula, belki o da gelir diye ama gelmedi. Ama sonunda çıktı işte karşıma…

Midem kasılıyor, yediklerimi o anda iade edebilirim! Ne diyeceğim şimdi ben? İşin içinden çıkamıyorum, sadece gülümseyerek yere bakıyorum, yanaklarım kızarıyor, hissediyorum. İşte yakalandım, okul yıllarındaki o saf kız bir anda çıkıyor ortaya! Aslında sevinmem lazım, o kızı hala öldürmemişim, içimde bir yerlerde yaşıyormuş da haberim yokmuş.

Benim akıllı arkadaşım Kalimero atlıyor hemen;

- O da sizden çok bahsetmişti okul yıllarından konuşurken. Eager Beaver olmasaydı sözlülerden geçemezdim demişti!
Ne alaka?! Öyle kalakalıyorum, Eager Beaver daha sıkı sarılıyor bana…

- Özel bir şarap açtıracağım şimdi, bu gecenin şerefine.

Bir sandalye çekip yanıma oturuyor. Eli omzumda konuşmaya başlıyor. Diğer masalardaki hatunların bakışlarını size anlatamam. İçlerinden bana nasıl küfrettiklerini duyabiliyorum. Yer sarsılıyor kadınların öfkesinden! Ortadan ikiye kesiliyorum, gözlerim oyuluyor, tokat üstüne tokat yiyorum. Bizim kızlar durumun farkında değil dalmışlar Eager Beaver’ın yeşil gözlerine, o ne söylerse gülüyorlar. Şarabımız geliyor, Cotes D'avanos… Çok severim! Gözüme daha yakışıklı görünmeye başlıyor, artık şaraptan mı bilemem!

Aşktan, evlilikten, neden bu yaşta hala evlenemediğimizden, gezdiğimiz ülkelerden, ekonomiden her şeyden ama her şeyden konuşuyoruz. Çok severim böyle erkekleri; kültürlü, araştırmacı, kompleksiz, her konuda bir fikri olan, dinlemeyi bilen… Daha ne isterim ama değil mi? Tek korkum, eski yılların acısını benden çıkarması… Ya bu bir komploysa!

Zaman su gibi akıp geçiyor. Eager Beaver’ın müdavimleri artık umudu kesmeye başlıyor ve masalar bir bir boşalıyor. Ben kadınların keskin bakışları arasında küllerimden doğuyorum ve elimi Eager Beaver’ın omzuna atıyorum. Yan gözle beni bir süzüyor ve gülümsüyor. Birkaç masaya iyi geceler demek için masadan ayrıldığında bizim kızlar hemen dedikoduya başlıyorlar;

Aşk Böceği: Bu adam sana hala aşık ben sana söyleyeyim!
Kalimero: Bak hala o geri zekâlı kararsız öküzü düşünüyorsan seni vururum!
Parti Kızı: Ben Eager Beaver’ı neden daha önce hiç görmedim yahu! Kısmeti senmişsin işte…

Ben masada öyle kalakalıyorum. Kıpırdayamıyorum dahi! Yoksa yoksa aşık mı oluyorum?! Hayır hayır bana bunu yapma, şimdi değil, olmaz. Aklım karışıyor, başım dönüyor. Tam o sırada bir el yüzümü okşuyor. Bütün o telaş, kalbimin pırpırı geçiyor. Sakinleşiyorum. Bu aşka karşı koyamıyorum…














Şarap yenileniyor, sohbet bitmiyor. Artık en sonunda gecenin 2’sinde kalkma kararı alıyoruz. Ben uzun zamandır ilk defa sarhoş oluyorum, araba kullanacak durumda değilim. Eager Beaver’ın koluna giriyorum, kısa bir yürüyüş mesafesinden sonra otoparka geliyoruz. Kızlar da arabalarını almama kararı alıyorlar. Hemen bir taksi çeviriyor Eager Beaver, kızları yolcu ediyoruz. Sanki mekân benim! Arkalarından el sallıyorum, oysa o taksiye binmem gerekmez miydi?

Eager Beaver aracını istiyor, ben sanki yıllardır onunlaymışım gibi araca biniyorum. İkimizde devamlı gülümsüyoruz. İçimden ne kadar salakça diyorum, neden gülüyoruz ki! Ama tutamıyorum kendimi, kaslarım çalışıyor işte! Ben camı açıyorum ve boğaz yolunun güzelliğine kaptırıyorum kendimi. Eskiyi hatırlıyorum, bu yolu servisle geçtiğim o çocukluk yıllarını… Eager Beaver bir anda camı kapatıyor;

- Üşüyeceksin…

Kafamı çeviriyorum ve yeşil gözlerinin tam içine bakıyorum. İçimden; yıllardır seni mi beklemişim ben diyorum… Daha da duygusallaşıyorum. Evimin yolunu hatırlayacak kadar içmemişim demek yolu tarif edebiliyorum. Sonunda yol bitiyor ve evimin önündeyiz. Ne yapacağım şimdi?

Devamı yakında!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder