5 Eylül 2009 Cumartesi

Clark Kent III

Kaldığım yerden devam edeyim. Aşk, fedakarlık ister. Hem de düşündüğünüzden daha fazla. Erkekler için çok önemli olmasa da, kadınların takıntılı olduğu bir nokta vardır, bakımlı olmak, bu doğrudan fedakarlıkla bağlantılıdır… Erkekler için önemli olmamasının sebebi, işlerinin kolay olmasıdır. Ağdaya gitmezler, dip boyaları gelmez, manikür ve pedikür zorunlulukları yoktur, son modayı takip edeceğim diye kendilerini heba etmeleri gerekmez. Oysa kadın denilen kutsal yaratık öyle midir, hayır!

Eğer bir ilişki içindeyseniz, bu saydığım işlemleri rutin olarak yaptırmak zorundasınız. Kadınların işi gerçekten zor inanın. O kuaför koltuğunda harcadığımız zaman düşünülürse, güzellik uğruna ne kadar zaman harcadığımız, ilişkimiz için ne fedakârlıklarda bulunduğumuz ortaya çıkacaktır. Mesela, haftada bir manikür ve pedikür yaptırdığımızı varsayalım (ki normaldir); ortalama 45 dakika… E kuaföre gelmişken bir fön çektirmezsek olmaz, 30 dakika. 2-3 haftada bir muhakkak ağda yaptırmamız gerekir, ortalama 1 saat. (Epilasyon yaptırdıysanız, yırttınız. Ama onun içinde bir zaman ayırmadınız mı?) En kötü ayda bir dip boya için de kuaförün kapısını çalarız, 90 dakika… Modayı takip etme tutkusuna ayrılan süre; sonsuz! Alışverişe ve kozmetiğe yatırılan para; küçük bir Afrika ülkesinin yıllık bütçesi…













Bu hesaplama rutin bir kadının güzel görünebilmek için harcadığı zamandır. O yüzden siz erkeklere buradan bir uyarım olacak; senin için saçlarımı süpürge ettim diye bağıran bir kadına asla cevap vermeyin. O kadın size güzel gözükebilmek için ne fedakârlıklarda bulunmuştur. Asıl demek istediği, "sana güzel gözükebilmek için nelere katlanıyorum ben"dir. Ha diyeceksiniz ki bu yukarıdaki saçma sapan şeyleri yaptırmasa da, modayı takip etmese de ben onu seveceğim. Tabii seversiniz, buna itirazım yok. Ama seviştikten sonra "tatlım aşağısı orman olmuş" diyen siz değil misiniz? Yalnız dikkatinizi çekerim; "seviştikten sonra". Neden, iş bitince aklınız başınıza geliyor da ondan! Yanınızdan geçen "son model" ablalara bakan siz değil misiniz? O yüzden her kadın kendini bir şekilde garantiye alır, kuaföre gider, modayı takip eder ve sizin için kendini feda eder. (Kendisi için de yapar bu eylemleri, o başka bir şey. Bir de o konuya girip yormayayım sizi.)

Şimdi olayı bir de farklı açıdan ele alalım. Kuaförde ve alışverişte harcadığımız zaman… Bir de üstüne üstlük çalışan bir kadınsanız vay halinize! O koltukta ya da mağazalarda geçirdiğimiz zamana mı yanalım, paramıza mı yanalım, artık bilemiyorum. Gerçi bundan rahatsız olmayan kadınlar da var. Hani Etiler'de ve Nişantaşı'nda adım başı rastladığımız ikoncanlar var ya, onların mutluluk kaynağı şu yukarıda yazdığım eylemlerdir. İşte bu yüzden, sevgililerinden ayrıldıklarında en çok onlar üzülürler. Tabii kuaförde ve alışverişte harcadıkları zaman yüzünden; güncel olayları, dünyanın gidişatını, ekonominin akıbetini, yurdumun halini bilemezler. Zaten bunları akıllarında tutabilecek kapasiteleri de yoktur. Öyle yaratmamış Tanrı onları… Bakılası, eğlenilesi, sevişilesi ve her şeye "öyle miii" demeleri için dünyaya indirmiş. Çok da uğraşmamış yaratmak için, fotokopi makinesi icat edildiğinden beri, Tanrı'nın işi kolaylaşmış. Kopyalayıp koylayayıp yurdumun güzide semtlerine Sirtaki yaparken serpiştirmiş. Nasıl olduysa bir yolunu bulup, toplaşabilmişler belli mekanlarda… Cemaat halinde yaşamaya başlamışlar!

Size bir şey söyleyeyim, aramızda kalsın. Bu ortalıkta din kisvesi altında takılan cemaatlerden korkmuyorum ben. Onlar akıllılar, savaşabilirsiniz; aklınızı, donanımınızı kullanarak yenebilirsiniz. Ama bunlara hiçbir şey yapamazsınız. Çünkü cahillerdir! En tehlikeli olan onlar, emin olun. Bu konuya nasıl geldik diyeceksiniz. Anlatacaklarımla çok alakalı!


Sabah müthiş bir erkeğin "günaydın"ıyla güne başlamanın keyfini çıkartıyorum. Kahvemi yudumluyor, Kalimero'yu uyandırıyorum. Ufak bir hazırlık sonrası havuza gitmek için hazırım. Sanki önceden biliyormuş gibi nefret ettiğim o kuaförde yeterince zaman harcamışım. Eager Beaver, bütün yakışıklılığıyla evin önünde beni bekliyor, uzun zamandır böyle mutlu bir güne başlamadığımı düşünerek otomobile biniyorum. Dün gecenin hatırlatıcısı ufak bir buseyle merhaba diyor bana… İçimdeki küçük kız da merhaba diye selamlıyor Eager Beaver'ı…

- Kalimero da gelecek bizimle biliyor musun?
- Ne güzel, uğrayıp alalım mı?
- Yok, o çoktan gitmiş, yüzüyordur merak etme.

Tek tek el işçiliği gerektiren dişleri, gülümsemesiyle ortaya çıkıyor. Kusursuz tasarım Tanrım, eline sağlık! Ufak ve eğlenceli bir yolculuk sonrası havuza varıyoruz. Hava hafif parçalı bulutlu olsa da güneş yüzünü bizden çok saklamıyor. Havuz bir içim su, ayaklarımızın altına serilmiş ışıldıyor. Tam tahmin ettiğim gibi Kalimero, kendini suya çoktan bırakmış. Havuzdan selamlıyor bizi, hadi suya diye bağırıyor. Hemen eşyalarımızı şezlonga bırakıp üstümüzü çıkartıyoruz. Daha doğrusu Eager Beaver'ın üstünü çıkarmasını izliyoruz; havuzdaki bütün ahali! Kalimero’nun klorlu suyu midesine indirdiğini tahmin edebiliyorum o anda. Diğer insanların ne yaptığını inanın bilemiyorum, çok meşguldüm, hak verin benim de ilk görüşüm! Bir vücut bu kadar mı kusursuz olur. Kendime gelmem lazım, farkındayım. Havuzun mavisine bırakıyorum kendimi, Kalimero'nun şaşkın yüzüne doğru yüzüyorum. Topuklu bu gerçek mi bakışını görüp, gülümsüyorum. İçimden bu herif şimdi benim sevgilim mi diye geçiriyorum. Eager Beaver da balıklama suya atlayıp kaslı kollarıyla suyun itme gücünden yararlanarak yanımıza geliyor.

- Su çok güzel değil mi?

Kalimero imalı bir şekilde; harika diyor. Ben kendimi havuzun dibine bırakıp, tekrar yukarı çıkıyorum. Suda kaçacak başka yer yok ki gülmek için! Eager Beaver’ın muhteşem vücudunun şokunu atlattıktan sonra havuzdaki insanlar dikkatimi çekiyor ister istemez. Çünkü herkes O'na bakıyor, sonra dönüp beni inceliyor. İlk başta aldırmıyorum. İçimden daha çok bakarsınız deyip önemsemiyorum. Biraz yüzdükten sonra sudan çıkıyoruz. Centilmen sevgilim, havluyla karşılıyor beni, sımsıkı sarıp göğsüne çekiyor. Havuzun bulunduğu boylamda zamanın durduğuna eminim, kimseden ses çıkmıyor. Şezlonglarımıza uzanıyoruz, içecek bir şeyler söylüyoruz. Kalimero, kahvaltı etmediği için bir şeyler yemeyi planlıyor. O menüyü incelerken ben de havuzun etrafındaki aç kurtları inceliyorum. Kadınlar bu dünyanın en tehlikeli yaratıkları! Ne hain planlarla öldürülüyorum, biliyor musunuz?













Oklar giriyor vücuduma, ayağıma taş bağlayıp havuzun dibine atıyor birileri beni, boğulduğumu hissediyorum. Tanrım, ne zor işmiş yakışıklı bir adamla birlikte olmak! Gözlerimi kapatıp, güneşlenmeye çalışıyorum. Eager Beaver, yavaşça eğilip;
- Güneş kremi olmadan güneşlenilmez hayatım.
- Biliyorum biraz kurumam lazım.
- Bence yeterince kurudun, krem sürmemi ister misin?
- Olur canım.
- Canım? İçten mi dedin, yoksa lafın gelişi mi?
- İçten dedim.
- Önemli bir ayrıntıdır benim için.
- Bilmiyordum…

Doğruluyorum, bir dolu hırslı bakışın altında Eager Beaver'ın beni okşamasına izin veriyorum. Canlı erotik bir sahne çekiliyor o anda. İzleyicimin bu kadar çok olacağını bilseydim hazırlıklı olurdum diyorum içimden! Eager Beaver, nasıl krem sürüleceğini biliyor, inanın. Azar azar avucunun içinde kremi yediriyor, yavaşça bedenime dokunup kremin vücuduma temas etmesini sağlıyor. Sonra avucunun sıcaklığı yayılıyor tenime, krem sıcaklıkla hücrelerime girip yok oluyor. Bildiğin erotik bir film çeviriyoruz. Adı da; Havuz başı!

Kalimero'yu dahi unutmuşum, gözlerimi açtığımda elinde sandviçiyle bana bakarken buluyorum. Sadece bir ısırık almış sandviçinden, demek filmi o da kaçırmak istememiş! Tekrar uzanıyorum şezlonguma, ufak bir öpücük konduruyor yanağıma. Gözlerimi kapatıyorum. Hala ellerini vücudumda hissediyorum, içim titriyor, aklıma en ateşli seks pozisyonları geliyor. Sevişmek istiyorum o anda delicesine… Kendimi kollarına bırakmak ve zevkten inlemek istiyorum. Çığlıklarımı havuzun harcını atan ilk adamın dahi duymasını istiyorum, erimek istiyorum ellerinde, kayıp gitmek başka diyarlara… Güneşin sıcaklığı içime akıyor, enerjimi dışarı vurmak istiyorum.

Ben bu hayalleri kurarken ne kadar zaman geçti bilmiyorum, Eager Beaver'ın "hadi havuza" seslenişiyle kendime geliyorum. İlk o atlıyor, sonra ben ve Kalimero… Yüzüyoruz, birbirimize kur yapıyoruz, eğleniyoruz. Bir anda beni kendine çekip öpüyor. Yönetmenin "Action" sesini duyar gibiyim. Suda eriyen sandoz gibiyim. Yok oluyorum. Beni bıraktıktan sonra ne olduğunu inanın hatırlamıyorum. Çıkıyoruz havuzdan, şezlonglarımıza tam oturacakken bir ikoncanın takunya seslerini duyuyorum. Ardından da yapmacık ve tiz bir ses; Eager Beaver, nağğğber?
Şu n'aber kelimesini hala anlamış değilim. Hele yumuşak g ile söyleneni hiç anlayamayacağım! Eager Beaver gülerek cevap veriyor;

- İyidir canım, senden n'aber?

Canım? İçten bir canım mı? Ne bu şimdi, biraz önce bu kelimenin içten olup olmadığının çok önemli bir ayrıntı olduğunu söyleyen adama ne oldu? Şezlonguma kuruluyorum. Kalimero, çoktan kuşağını geçirmiş bekliyor. Eager Beaver o sırada bizi takdim ediyor;
- İkoncan'cım kız arkadaşım Topuklu Ayakkabı, Topuklu Ayakkabı'nın arkadaşı Kalimero.
İkoncan (Hafif bozularak): Öyleğğ miii? Heyo! Geçen gece gelmedin partiye Eager Beaver?
Heyo da ne be! Hangi ülkede yaşıyoruz. Nefret ediyorum böyle tiplerden! Türkçeyi katlediyorlar, gençliği mahvediyorlar.

Eager Beaver: Restorandaydım geç bitti işim.
İkoncan: Öyleğğ mi? (Kaç tane öyle mi diyecek acaba diye içimden sayıyorum)
Eager Beaver: Max de o gece restorandaydı.
İkoncan: Öyleğğ mi? Ondan gelmedi demekkkkk.
Eager Beaver: Sen neler yapıyorsun?
İkoncan: Benim okul devam ediyor işte, seneye biter diye bekliyorum. Çok sanmıyorum ya, aa haftaya diğer İkoncanlarla Bodrum’a gideceğiz. Çok yoruldum bu sene ben yağğğ, 4 dersim kaldı biliyor musun?
Hayatımda duyduğum en anlamsız kelimeleri aynı cümlede kullanabilen tek insan modeli, ikoncan.
Eager Beaver: Hala bitmedi mi yahu? Kaç sene oldu?
İkoncan: Burak'la ayrıldık ya bu sene o beni çok yıprattı. Bu arada boştayım hala…
Okul mu? Bu ikoncan en az 29 yaşında arkadaşlar ve hala üniversiteyi bitirememiş! Çok zor bir bölümde de okuduğunu sanmıyorum, hayır kapasite belli, oradan biliyorum. Boşta olmak mı? Ayaklı kur makinesi, tek jetonla çalışıyor kendileri!














Daha fazlasını dinleyemiyorum. Sinirlerim kaldırmıyor. Eager Beaver, ikoncanı öpüp uğurluyor. Şezlonguna yerleşiyor ve dönüp: Deli kız işte diyor. Ben sesimi çıkartmıyorum, hafif gülümseyip güneşlenmeye devam ediyorum. Kıskandığımı düşünmesini istemiyorum. Çünkü ben bile kıskanıp kıskanmadığımı bilmiyorum. Aklımdan şu düşünceler geçiyor; arkadaş çevresi hep mi böyle? Bunlarla mı takılıyor? Hayır, insan bundan bir tane tanıyamaz. Amip gibi bölünerek çoğalabiliyor bu cins. Bir tane tanıyorsan binlerce tanıyorsun demektir. Eğer bu kitleyle arkadaşlık yapıyorsa, o da onlardan olabilir. Çünkü bu kitle bir girdaptır, nasıl girdiğinizi hiç anlamazsınız, bir anda sürüklerler sizi ve geri dönüş imkânsızdır! Beyninizi alırlar, Serdar Ortaç şokuna sokup düşünme yeteneğinizi bloke ederler. Paranın gücüne, Bush'un bir ayakkabı markası, dünyanın da sadece sizin bildiğiniz yerlerden ibaret olduğuna inandırırlar sizi, öyle kalakalırsınız!

Eager Beaver güneşlenmek için yüz üstü uzanıyor, bana doğru dönüyor. Göz göze geliyoruz, o kadar güzel bakıyor ki bir an onlar gibi olmadığına kendimi inandırmak istiyorum. Bunu ölçmeliyim ama nasıl? Ben çıkmazlarımı düşünürken, tam da istediğim hamleyi Kalimero yapıyor. Çantasından Paul Auster'in bir kitabını çıkarıyor. Eager Beaver'la olacağım için yanıma kitap almayı kabalık olarak düşünmüştüm. Tabii Kalimero almakta haklı, havuzda erotik sahnelerde oynayan ne de olsa benim, sahne aralarında bir şeylerle oyalanmak lazım ama değil mi?! Kalimero'nun bunu bilinçli yaptığına adım gibi eminim, gözümün içine bakıp hamle yapmamı bekliyor. Yanımda uzanan harika yaratığın girdabından kendimi çekip kurtarıyorum ve Kalimero'ya dönüp;

- A, bitirmemiş miydin?
- Bitti ama özet geçiyorum şimdi, unutmak istemediğim yerler var.
Ve dişi örümceğin ağına erkek örümcek yaklaşır. Eager Beaver soruyor;
- Ne okuyorsun?
- Paul Auster, Cebi Delik.
- Yeni mi?

Dişi örümcek erkek örümcekle çiftleştikten sonra erkek örümceği yer. Erotik filmden belgesele geçiş yapıyorum. Yeni mi ne demek? Hayır, Kalimero’nun elindeki bilinmedik bir kitap olsa önemli değil, olabilir der geçerim. Ama bir adam Paul Auster’i tanımıyorsa… Şimdi diyeceksiniz ki, Paul Auster'i tanıyanı gördün de ne oldu. Boyum mu uzadı? Biliyorum, bu bir kıstas olmamalı. Elimde değil, sevmiyorum bu tattaki adamları! Çok belli etmiyorum, ama huzursuzum. Kalimero;

- Eskidir, okumadın mı hiç?
- Yoo okumadım.
- Ben ikinci kere okuyorum. Lisedeyken okumuştum, şimdi ikinci tura geçtim.
- Alemsin Kalimero!




















Olay tam anlamıyla gün yüzüne çıktığına göre artık yüzebilir ve suyun serinliğiyle bu durumu atlatabilirim diye düşünüyorum. Bu sefer ben "hadi yüzelim" diyorum. Hep beraber havuza giriyoruz. İçimdeki yangın bir anda sönüveriyor. Artık O’nu istemiyorum. Tam o sırada tahmin ettiğim gibi biraz önce yanımıza uğrayan ikoncan soyunma kabininde bölünerek çoğalmış olacak ki bir dolu ikoncan, ordu halinde bize doğru yaklaşıyor. Önümüzden geçip Eager Beaver’a selam veriyorlar. Bakışlardan anladığım kadarıyla Eager Beaver’ın sevgilisi olduğum haberi çoktan yayılmış. Hepsi nizami bir şekilde şezlonglarda yerlerini alıyor. Sanırım bu cins, saçı ve makyajı bozulmasın diye havuza da girmiyor. İlginç yaratıklar…

Kurgularla ve acabalarla geçen bir günün sonunda havuzdan çıkıyoruz. Kalimero, bizden ayrılıyor. Ben Eager Beaver'a bir şey belli etmemeye çalışsam da huzursuzluğumu seziyor. Akşamüstü atıştırmak için Ortaköy'e iniyoruz. Eager Beaver;

- Ne yiyelim canım?
- İçten mi?
- Ne içelim mi?
- Canım.
- Anlamadım.
- Önemli değil…

Eager Beaver, bugünden bir şey anlamasa da ben kendimle ilgili yeni bir şey daha öğrenmiş bulunuyorum. Bir erkeğin sadece yakışıklı olması benim için önemli değil. Bukowski bile benim için daha çekici… Aynı dili konuşmak, hayata aynı pencereden bakmak ve bir birikime sahip olmak… Bunlar olmadan, karşımdaki erkek Tanrı'nın yarattığı en güzel yaratık dahi olsa benim için hiçbir anlam ifade etmiyor… Aşkın tarifi benim kitabımda farklı, kendimi yeniden keşfediyorum. Zekanın en büyük afrodizyak olduğunu da kendime kanıtlamış bulunuyorum.

Aşk, fedakarlık ister. Benim istediğim fedakarlık da zeka olsa gerek…

2 yorum:

  1. önce ne kadar zor işin... o zaman diyeceğim...
    en son cümlene yorum..

    sonra..
    o kadar çok ki.. demek istediklerim..

    zamanla okudukça yazarım az az..
    şimdilik.. sadece.. mizahına .." suda eriyen sandoz " ve " aynı yerlerde toplaşma becerileri" tanımlamalarına ne kadar güldüğümü..
    ve işte bu yüzden elinden tutup yol göstererek bir xy'yi kendine ve diğerlerine armağan etme adına.. yetiştirmenin .. daha iyi ve keyifli olacağına /örn: ofisteki çocuk/ değinesim var..

    artık karar verdim ben.. senden bir on yıl ilerden ..bakınca..
    en azından bilmiyor ama daha genç.. mazereti altında kabul edilebilir hale gelir derinliksizlikleri..

    sevgiyle..

    atalet..

    YanıtlaSil
  2. bir de..
    bloğun tepesindeki resme bittim..
    sen mi çektin.. netten mi bilmem..
    bir biblonun bacakları değil mi onlar..
    tümünü görmek isterdim..
    =)

    ps: daha önceki postlarını okumuş.. ama yorum yazmamıştım.. sanırım..

    atalet

    YanıtlaSil