7 Mayıs 2009 Perşembe

Bir sperm, bir dilim pastaya eşittir!

Dün öğlen yaşadığım duygu karmaşasından kurtulmam kolay olmadı. Beni diğer insanlardan ayıran ve odamın metrekaresini belirleyen kocaman cam bölmenin ardında, çok önemli şeyler yapıyormuş gibi davandım. Kısacası bütün gün çalışıyormuş gibi yaptım. İnternette öyle gezindim durdum. Friend Feed’de benim hakkımda yazılanları okudum. Neden gizliyormuşum kendimi, adımı neden açıklamamışım gibi gibi… Tabii onlar da haklılar, kim olduğunu bilmedikleri birisi onları eklemek istiyor listesine. Ama bence asıl mesele şu; adım Suzan Avcı olsa ne olacak, Topuklu Ayakkabı olsa ne fark edecek. İkisi de onlar için aynı değil mi? Nasıl olsa beni tanımıyorlar. Suzan Avcı’dan da aynı infoyu alacaklar, Topuklu Ayakkabı’dan da…

İlk gün için iyi bir başarı yakaladım sanırım 130 kişi profilimi ziyaret etmiş. Tam 9 kişi de beni takibe almış. Google Reader’a ekleyenleri bilemeyeceğim tabii… İşte böyle dakikaları sayarken saat dört gibi bir ileti geldi. Alt kattaki bir arkadaşımız hamileymiş. Bu güzel haberi kutlamak için beşte büyük toplantı odasında toplanacakmışız. Bir anda beyin dalgalarım değişti, kimyam bozuldu. Bu boş işlerle uğraşan bir asistanımız var. Herkesin doğum gününü bilir, önemli olayları kutlamak için bütün şirketi organize eder ve ne ilginçtir ki bunu ulvi bir görev olarak görür.

Geçen gece House’un hastası değişik bir rahatsızlığa yakalanıyor (Her zamanki gibi). Aklından geçenleri söylemekten kendini alıkoyamıyor. Bir solukta izlediğim dizilerden birisidir House. İşini doğru yapan aksi bir dahidir ve House karakteri hayatımın erkeğidir. Dahi dedim de bizimki geldi aklıma, of neyse.

İşte o hastanın bir repliği gece vakti hayatımın merkezine oturdu. ‘Çok zeki olmayan insanlar etkinlikler düzenleyerek, kitleleri harekete geçirir ve bundan mutlu olurlar’ dedi adam karısına… Kadın Meme Kanseri için yürüyüş düzenliyordu. İlk başta çok acımasızca geliyor değil mi? Ama irdeleyin altını, çok ciddi bir felsefe yatıyor. Adam yerden göğe kadar haklı! İşte bizim alt kattaki böyle ‘önemli’ organizasyonları yapan kuzu da aynı mantıkta yaşıyor. Alt metni okursanız şu sonuç çıkıyor, organizasyonları aslında kendisi için düzenliyor (Aslında ile başlayan her cümle gerçekte yalandır demişti bir arkadaşım ama bu cümlede yalan yok). Tebrik almak için, takdir edilmek için yapıyor. Başka meziyeti yok ki!

Bir yönetici olarak, en profesyonel tavrımı cam kafesimin arkasında sırtıma giyiyorum ve alt kata iniyorum. Herkes toplanmış, gülüyor, birbirlerine fıkralar anlatıyor. Çocuğun hangi burca denk geleceği konuşuluyor. Cinsiyeti tahmin ediliyor. Erkekler erkek olacağını, kadınlarsa kız olacağını söylüyor. Bir takım elbisesine iddiaya girenler bile oluyor. Tabii erkekler doğal olarak çocuğun erkek olacağını iddia ediyorlar, doğaları böyle… Sanki onu dölleyen yumurta bir kadına ait değil. Üstüne üstlük bir erkeğin erkek olabilmesi için bizim kromozomlarımıza sahip olması gerçeğini dikkate almayarak kurulan cümleler arasında kayboluyorum. Bir köşede bizim Dahi’yi görüyorum. Çok kısa bir göz teması kuruyoruz. Gülümsemek istiyorum ama ağzımda pasta var. Ha, tabii bir de ben yöneticiydim değil mi? Bir stajyere nasıl gülümseyebilirim ki?!

Kafamın içinden şu cümleler sıyrılıyor. Bu alt kattaki arkadaşımız eşiyle uzun ya da kısa süren, orgazmla sonuçlanan veya sonuçlanmayan birkaç dakika geçirdi diye burada toplanmış pasta yiyoruz. E o zaman saat başı pasta yememiz gerekmez mi? Sırf bir sperm doğru yolu buldu diye bu hengâme niye?

Şimdi diyeceksiniz ki sen çocuk düşmanı mısın? Hayır, tam tersi dünyada istediğim tek şey bir çocuk sahibi olmak. Hatta bugün şöyle bir araştırma yaptım. Malum hepimizin dehşetle izlediği Mardin Katliamı ve ortada kalan tam 70 çocuk. 35'i ise hem annesiz, hem de babasız… Nasıl bir trajedidir? İç İşleri Bakanlığı’nı aradım, evlat edinmek ya da koruyucu aile olmak için neler yapabilirim diye. Aldığım cevapları hiç bu blogda anlatmayacağım ama elinde silahla gezen bir adam bu çocukların annelerini ve babalarını hiç gözü kırpmadan bir saniyede öldürüyor, iyi niyetli bir yaklaşımın hayata geçmesi devlet tarafından bilmem kaç ay erteleniyor…

Gelelim bizim hamile arkadaşımıza. Neden bu kadınların çocuk doğurmasına karşıyım biliyor musunuz? Çünkü bu çocuklar hiçbir zaman onların olmayacak. Anneleri ve babaları bu cam kavanozlardaki havalandırma sistemiyle oksijen ihtiyaçlarını karşılarken, onlara evde hiç tanımadıkları bir kadın bakacak. Anne çalışması gerektiğini yoksa bakıcı parasını karşılayamayacağından yakınacak. Oysa işten ayrılsa çocuğuna kendi de bakabilir. Ama yok, bilmem ne sitesinden aldıkları 3+1 evin kredisini ödemeleri gerekecek, o yüzden işten ayrılamaz. Kendini de şu düşünceyle aklayacak, ileride çocuğuma iyi bir gelecek bırakacağım. Nasıl bırakacaksın? O ilk kelimesini söylerken, ilk adımlarını atarken yanında olmamakla mı? Okuldan eve geldiğinde o çok değer verdiğin 3+1 evin kapısını çocuk kendi anahtarıyla açarken mi onun geleceğini sağlama alıyorsun? Palavra!

Tabii çok istisnai durumlar da var. Onlara haksızlık edemem. Anne-baba boşanmıştır ya da birisinden birisi vefat etmiştir ve ebeveyn çalışmak zorundadır. Bunlara hiçbir lafım yok. Anne ve baba çalışıp o ayı zor denkleştiriyorlardır, lafım yok. Demek istediğim şudur; sadece standartlarını yükseltmek için çocuklarını ikinci plana atan ebeveynleredir lafım…

Ebeveyn demişken şunu hep merak etmişimdir (Yukarıda evden de bahsetmişken); ebeveyn banyolu evler, karı-kocaya özgürlük sağlar mı? Yani hanım gel hadi sevişelim diye götün götün sokulan erkeğe ‘Dur yapma çocuklar uyanacak!’ cümlesini İstanbul’da söyleyen çok küçük bir kesim kalmıştır herhalde… (Zannedilmesin ki diğer koşullarda yaşayan aileleri düşünmüyorum, tabii düşünüyorum ama o küçücük evde 8 çocuk yapan aileler var sadece takdir etmekle yetiniyorum). Kadının tek çıkış yolu duş oluyor tabii. ‘Amaaaan şimdi kalk git duş al, ses olur! Yapma, yapma beeeh!’ Ebeveyn banyo var artık! Ne olacak, kadının bütün kaçış yollarını bu mimarlar kapatıyor yahu! Kesin bu ebeveyn banyoyu icat eden bir erkektir, bakın söylemedi demeyin… Klasik baş ağrısı numarası da sökmez bu saatten sonra neden çünkü ev Feng Shui ile döşenmiştir. Yani eni sonu sen bu adamla yatacaksın der yeni nesil!

Neyse işte ben bunları düşünerek yediğim pastanın ardından, arkadaşımı ‘büyük bir içtenlikle’ kutluyorum. Otoparka inip arabama biniyor ve en saçma ruh halimi takınıp İstanbul sokaklarında evimi bulmaya çalışıyorum. 3+1, ebeveyn banyolu evimi…

3 yorum:

  1. Merhaba, Sanırım blogunuzun ilk yorumunu yapıyorum.
    Söylediklerinizde çok haklısınız. Bu içeri hiç hava girmeyen, sürekli hasta olduğumuz, bir köşedekinin hapşuruğunu borular aracılığıyla en sona kadar ileten sistemler içerisindeyiz ve insanlar gülücükler halinde birbirleri ile. Herkesin ayrı bir derdi herkesin ayrı bir yaşamı var. Ve daha önceki yazınızda yazdıgınız gibi Starbuckslar.. Sanki bu plazalarda çalışan lar hep etilerden, leventten, tarabya'dan geliyor. Kardeşim hiç mi varoştan gelen insan yok ? Harcamalara bakarken, konuşmalara bakarken trilyonluk zannettiginiz kişilerin hepsi ev kredisi derdinde. Ha bu büyük bir iş. bu devirde ev sahibi olmak zor fakat hemen aklıma bir karikatür geliyor. Çocugunu yuvaya bırakan anne ve çocugun, büyüyünce ben de sizi huzurevine bırakmassan diye soylendigi karikatur.

    Çocuklarımız bizden ne bekliyor ? Biz neyin derdindeyiz.

    YanıtlaSil
  2. Bu(nlar) bir roman...

    Olur, yaparsan...

    Sanki yazmışsın da burada parça parça yayımlıyormuşsun gibi hissettim...

    Ama son katliam değininde anladım ki öyle değil...

    Demek, devam...

    Çok sevdim...

    Hemen bu mesajı unutuyorsun, iklemiyorsun...

    Sen sadece devam ediyorsun...

    YanıtlaSil
  3. Bu(nlar) bir roman...

    Olur, yaparsan...

    Sanki yazmışsın da burada parça parça yayımlıyormuşsun gibi hissettim...

    Ama son katliam değininde anladım ki öyle değil...

    Demek, devam...

    Çok sevdim...

    Hemen bu mesajı unutuyorsun, iklemiyorsun...

    Sen sadece devam ediyorsun...

    YanıtlaSil